|
‘Aşk ateşinde eriye, altın gibi sızmak gerek...’

Yine bu hafta sonu da kalbimiz kırık. Kadınlar haksız yere dövülüp öldürülüyor. Cumartesi anneleri beş yüz küsuruncu kez buluşup kayıp kocalarını, çocuk ve kardeşlerini arıyor. Bu topraklarda barış müzakerelerini entrikalarla sabote etmek isteyenler en kanlı arenalarda gövde gösterisi yapıyor bu hafta da. Ortadoğu’da ise çarşı yerlerinde, mescitlerde, sokaklarda canlı bombalar patlıyor, katlederek masumları.

Yunus Emre, bir şiirinde gönüller yapmaya gelmekten bahseder. Barışın, dostluğun, kardeşliğin filizlendiği bir büyük medeniyet, gönüller yapmadan inşa edilemez. Gönüllerin bizdeki gibi her hafta sonu kırık, paramparça olduğu bir yerde tevhid medeniyetinden bahsedemeyiz.

Gönüller yapmak; incitmediği kadar, incinmemeyi de başaran kâmil kişilerin marifeti. Her birimiz insan olma yolculuğunda bu kemâlat numunesinin peşindeyiz. Varlığın kemâline ermeye doğru, usul usul... Her birimiz kendi kanatlarımızla...

Kanatlarımız bu hafta sonu da kırık oysa. Yine eşimiz dostumuzla küsüz, alınganlıklar, teessüfler, vehimler büyütüyoruz. Kıskançlığın, haset ve kinin üzerinden kurulamayan gerçek ilişkiler zaman aşımına uğrayıp derin hâfızalarda kaybolup gidiyor. Her gün biraz daha... Dostluğun, kardeşliğin, iyi niyetin, merhametin dilini yitirdiğimiz ölçüde kalbimiz kırık.

Nerede sâdık âşıklar? Israrla, şimdi ve burada; barışı, merhameti, dostluğu gerçek anlamıyla vücutlarının anadili kılmış olanlar? Medeniyetin suskun dili ne çok âşığın feryadıyla inletiyor içimizi dışımızı... İşitmiyoruz. İşitebilmek için yâr olmayı öğrenmemiz gerek.

Akil olma peşinde, profesör olma, kanaat önderi olma, ‘itibarlı muhalif’ olma peşinde... Soyunamıyoruz sıfatlarımızdan. Kıramıyoruz putlarımızı. Benliğimizi giydirdikçe, katman katman itibar makamlarıyla... İçeri kaçıyor yalın, çıplak hakikat. İşitmiyoruz.

Benliğimizi şişirmeye devam ederek, nefsimizin rızasına boyun eğerek yaşadığımız sürece yâr olamıyoruz. Aşk medeniyetinin kurucuları olamıyoruz. Haz ve şehveti, nefret ve gazabı merhamet ve adalete çevirmeden, muhabbetin anlamını keşfedemiyoruz. Muhabbetten ‘Muhammed’ doğamıyor.

Aşk-ı hakikî’ye giden dolambaçlı yollarda istikâmeti yitirmemek için neye sarılacağımızı kestiremiyoruz. Nasıl bir arayışsa bu; niyeti halis olmayanın, sahicilik ve samimiyeti ölçü olarak koyamayanın ayağını kaydırıyor durmadan. Mânevî arayışlarımız ya nefsanî bağımlılığa ya şiddete meylediyor. Her koşulda zulüm. Kendimize ve başkalarına zulmederek şanlı zaferler kazanamadık fakat hiçbir zaman...

Peşinden koştuğumuz her ne ise, bizi ensemizden yakalayan da o. Vefa ise vefa. Vefasızlık ise vefasızlık. Bağımlılıksa bağımlılık. Özgürlük ise özgürlük. Sâdık âşıkların giremeyeceği kalıp, dayanamayacağı yük, maruz kalmayacağı imtihan yok. Başımıza gelen hep kendimiziz. Sadakatimiz, kudretimiz, kabımız ölçüsünce.

Maksat, benliğini aradan çıkarıp Hakka bakmak, O’nun nuruyla kaplanmak, O’nun cemâlinde kamaşmak, O’na kavuşmak. O’nun bizden ayrıda, gayrıda olmadığını aşk ile anlamak dışında bir seçeneğimiz yok. Aşk farz bu anlamda. Bize en hakiki mürşid aşktır. Aşık olmadan iyi birer sevgili olunamaz, olamıyoruz. Aşk ile yapmadığımız gönülleri de köprüleri de hakkıyla inşa etmiş olamıyoruz.

Vuslat, aşk ile mümkün ama insanın ‘güzel yokluğa’ vardıkça bulacağı kendindeki saklı cevher. Nur-ı Muhammedî. Öven ve övülenlerin birleştiği, güzelliğin cevheriyle inşa edilen yek vücud. Kişinin kendi hakikatinin nuruyla buluşması bir kendini bilme serüvenidir ve bu yolculuğun neresinde olduğumuzu belirleyen kendimiziz. Ne getiriyorsak, onu götürüyoruz beraberimizde. Niyetler amellere göre. Âşık olarak geliyorsak, mâşuk olarak gidiyoruz. Gelme gitme elbet mecazî bir ifade. Zira, hepsi O’ndan, O. Gayrı yok. Birer akis olabildiğimiz ölçüde, idrak ediyoruz.

Evet, aşk medeniyeti; kendi nefsinin rızası üzerinde inşa edilemiyor, edilse bile temeli sağlam olamıyor. Onu mecazî olandan hakikî olana taşıyan bir sadakat ile, tevazu ile, ifrat ve tefritten uzak bir bağlılık ile: Aşk medeniyeti gönüller yapmakla büyüyor, çoğullaşıyor, yayılıyor. Benliğini yok ettiği ölçüde vücut buluyor kişide aşk. Ötekileri kuşatıyor, yutuyor, her şeyi içine alıyor. Dışarıda bir kırık kalp, zulme uğramış kimlik, bir yapılmadık gönül, bir fethedilmedik şehir kalmıyor. Her azası gönül oluyor insanın. Tamamlarken yine Niyazi Mısri’nin nefesini alalım o halde:

“Dervîş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek / Bağrı anın yanık gerek cân gözleri açık gerek / Alçakdan alçak yürüye toprak içinde çürüye / Aşk ateşinde eriye altın gibi sızmak gerek / Zikr-i Hakk’a meşgûl ola yana yana tâ kül ola / İsterse kim makbûl ola tevhîde boyanmak gerek / İven kişi yol alamaz maksûdunu tîz bulamaz / Yok olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek / Dervîşlerin en alçağı buğday içinde burçağı / Mısrî gibi bir balçığı her bir ayak basmak gerek.”

#Yunus Emre
#Ortadoğu
#Aşk medeniyeti
9 yıl önce
‘Aşk ateşinde eriye, altın gibi sızmak gerek...’
Kara dinlilerle milletin savaşı
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…