|
Dünya savaşının galibiysen ne yazar, iç dünya savaşında mağlupsun!

MMüüslüman olmuş bir Batılıydı. Müthiş bir insan yetiştirme ve benlik eğitimi geleneğiniz var, dedi. Hayatının bir döneminde aşka düşmüş ve mürid mürşid ilişkisine talip olmuş, aradığını büyük zahmetlerle iz sürerek bulmuştu. Seyr ü süluk çıkarmıştı. Yolculuğunun neresinde olduğunu biliyor, manevi seferlerinde nefsini ruh, kalp, akıl kılmaya, sır makamına ulaşmaya çalışıyordu.



Biz dedim bütün bunların neresindeyiz diye merak ediyorsan söyleyeyim. Bizde ibadetleri eyleme dökmekle yani işin şeklini icra etmekle dindar olunuyor. Buna maneviyatını veren ise Müslümanlar adına mazlumiyet davalarına sahip çıkacak ittifakları kurmak. Kudüs, Arakan gibi davaların çözülmesinde aktif rol üstlenmek, dindar nesiller yetişsin diye muhafazakâr hayat tarzları önermek gibi mevzular.

İşin hikmetini, kalpteki sırrını, mananın tabirini, gönüldeki yansımasını, nefisteki ispatını filan keşfetmeye dayalı bir maneviyat değil bizimkisi dedim. Asıl sünnet, Peygamberin miracından mülhem, kişisel miracımızı gerçekleştirmekse; bizim anlayışımız daha ziyade şekilsel taklide dayalı olmaktan ibaret.

Her Muhammedî’nin emaneti vahdet şuuruna ermekse, vuslat etmekse bunu ancak gerçekleştirenler biliyor. Çünkü Doğu’dan Batı’ya gönül coğrafyamızın fethi ve genişlemesi bu şekilde oldu. Bir insan-ı hakiki ile bir toplum diriliyor.

Hepimizin hedefi o canlı hakikatin tecellisine acizane katkımızı sunmak değilse her saniye boşuna oyalanıyoruz. Dedim içimden. Çünkü kendimize olan kızgınlıklarım yine de abartılı bir öfkeye dönmemeliydi. Ne de olsa 15 Temmuz’da iradesine ve geleceğine ölüm pahasına sahip çıkmış bir halktık ve merhamet ittifakıyla bütün mazlumlara yardım ulaştırabiliyor, savaş mağduru milyonlarca mülteciye bütün provokasyonlara rağmen ev sahipliği yapabiliyorduk elhamdülillah.

***

Gelgelelim içimizdeki düğümler çözülmeden duruyordu. Şu cemaatte şu kitaplar okunacak, şu marketten alışveriş yapılacak, şu dergilere abone olunacak şeklinde önermelerle, ferdî sırrı ve melekeleri baskılayan bir dayatmayla insanlığın ve kâinatın tekamülüne tevhidî, bütüncül bir değer katabilir miydik?

Birörnek insan yetiştiren anlayışta kişi kendi biricikliğini / özündeki Hak sırrını nasıl bilebilirdi? Toplu irşad ile kalp ilmine varmak mümkün olsaydı, adım başı Hak dostuna çarpardık. Bizler, benlik perdelerinin ardında ne olduğunu, neye varmamız gerektiğini bilmeden geçip gidiyoruz.

Bu sebeple işte “bize gel” diye davet eden ve kendi yoluna girenlerin sayısı arttığında imanın güçleneceğini sanan çok dindar var, dedi sanırım o da içinden!

Mümin olup olmadıklarını, nefislerini Müslüman edip etmediklerini o mertebelerden geçmiş olanlar anlıyordur muhakkak. Allah bilir. Ve devam etti: Bize düşen nefsimizin rızasıyla yaşadığımız sürece aynı anda kendi kendimizin zalimi ve mazlumu olduğumuzu fark ederek, irfan ve aşk eğitimine talip olmak. Gönüldeki gerçeğin anadilini işitecek hale gelmek.

Sonra ben ekledim içimden: Firavunu Musa zamanında yaşamış bir kötü adam olarak kodlamak yerine nefsimizin kötü huylarının firavunluğunu fark edebilsek keşke. İtiraz ve inkârla yerimizde sayarken ceplerimiz dolmuş, rütbelerimiz artmış neye yarar? Yanımızda azık olarak ne götüreceğiz?

***

Batılı Müslüman benimle bu kez yine yüksek sesle dertleşmeye devam etti: Batı’nın faşizme ve kitlesel sömürüye, savaştırmaya ve işgale dayalı bütün süslü ideoloji ve felsefeleri tevhid gerçeğinin yanında yetersiz kalıyor. Fakat işin tuhafı şu. “Ha çöktü ha çökecek dediğiniz Batı uygarlığının mensuplarında bu kadar yalan dolan talan tamah hile hala daha bulamazsınız.”

Bilmez miyim dedim, nasıl bir ilahi cümbüş ise bu! Dindarım diyenlerin yalancılık, haset, kin, gazap, hınç, tamah, riyakarlık, riyaset gibi ‘benlik günahları’ndan neşet eden ahlaki dejenerasyon o kadar fazla ki.

Dünyada savaştığımız ne varsa iç dünyamızda karşılığı var. İçimiz bu kadar kanalizasyon borusuyla doluyken gönüllere barış boruları döşememiz mümkün olabilir mi? Güldü kara kara. “Pipes of peace” dedi. 80’lerin Paul McCartney’sinden kalma bir şarkı sözüydü bu, evet.

***

Bari bu sesli ve sessiz konuşmamızı Doğu Batı ayrımına girmeden bitirelim dedik. Barış borularını döşemekte Doğu veya Batı’ya fark etmiyor ne de olsa. Çalıp çırpmayan, liyakat ve adalet üzere iş yürüten, hak yemeden çalışma ahlakına sahip toplumlarının elinden dünya yöneticiliğini alacak nasıl bir kudretimiz var mı? Maksat ele geçirmek değil, gönül fethetmek olmadıktan sonra adaletle hükmetmenin imkânı nasıl sağlanır?

Kuşkusuz hepsi güçlü kadınları, adamları var bugün küresel kapitalist dünyanın. Doğulu Batılı devletlerin bürokrasiyi bazen hileyle bazen de adaletle yöneten temsilcileri var. Üst düzey yöneticiler, şirket liderleri, kurum müdürleri, politikacılar, danışmanlar. Ya da mal mülk arazi sahibi nüfuzlu aileleri, elemanları var.

Bütün bu iddialı makamların temsilcileri nefis terbiyesinden geçip kendini bilme merhalesine gelmedikleri sürece gerçek anlamda neyin başarısını, neyin zaferini kutlamaktalar? Neyin gücünü kutsamaktalar? Nefsin en alt basamağında debelenirken uluslararası bir şirketin ceo’su olsanız ne yazar?

Nasıl yazılmaktadır alın yazgısı? “Ve şüphesiz ki insana çalıştığından başkası yok” deniyorsa? Neresindeyiz bu çalışmanın?

#Müslüman
#Kudüs
#Arakan
#Savaş
5 yıl önce
Dünya savaşının galibiysen ne yazar, iç dünya savaşında mağlupsun!
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı