|
Gurbet bizim içimizde

Gurbet sevmekle başlıyor. Sevmek için geldiğimiz bu dünyada sevemediğimiz ne varsa bizi kendimizden ayrı düşürüyor. Böyle bakınca gurbet, kendi hakikatinden ayrı düşmektir ilk halkada. Kendi aslına dönene dek, vuslat edene dek tabiri caizse gurbetteyiz hepimiz bu bedende.

Kendi vatanından ayrı düşmenin binbir şekli var kuşkusuz. Göçler, tehcirler, sürgünler, kaçaklar... Trajik hayat hikayeleriyle gurbet ellere düşenleri ya savaştan kaçarken yollarda perişan halde, ya çölleri dağları aşmaya çalışırken verdikleri son nefeste, ya da yeni bir hayat için sığındıkları tekneler batıp cesetleri sahile vurduğunda görüyoruz. Oysa Kemalettin Kamu’nun dediği gibi gurbet bizim içimizde.

Biraz bu ‘görünmeyen gurbet’ten devam edelim. Bugün memleketi hile ve ihanetle ateşe atmaktan kaçınmayanların gurbet tellallığı onları ruhundan kemirmeye devam ededursun, Attar’ın sözlerine kanat çırpalım: “Bizim kuşların makâmâtı cânın aşk kuşuna doğru miracıdır.”

Bugün geçici gölgeler dünyasında asıl vatanlarında olmayan ve semâvi ikametgahlarındaki asıllarını arzulayan tüm varlıklar kuşlar ailesine mensuptur diyor Nasr. “Çünkü huzur-u ilâhiyeye doğru uçuşlarında ne kadar görünmez olursa olsun, onların ruhlarının kanatları vardır.”

İşte yukarıda bahsettiğim ‘görünmez gurbet’ buralardan yapıyor göç yolunu kendi hakikatine kanat çırpmaya çalışanlara.

Kendi hakikatimizden uzaktayken gurbetteyiz evet. Öte yandan insan kendisiyle arasındaki uçurumları ne zaman fark ediyor. Düşmeye başladığında. Ne zaman düşüyor peki? Sevmeye başladığında. Alemleri sırılsıklam etmeye başladığında aşkıyla... Çünkü aşka düşmek, kendi uçurumlarından düşmek demek biraz da.

O halde seven ve sevileni kendi vücudunda kavuşturmak için yine özleme, ayrılığa, yine hasrete, yine feryat figana, inlemeye dönüyoruz. Kamışından kopmuş ney’in bize ne söylediğini yine gurbette işiteceğiz.

Tüm varlık kendini sende açana dek gurbetçisin bu dünyada, bu tende, bu beden hapishanesinde. Ve bu öylesine gönüllü bir sürgün ki, ayrılığa düşmezsen hakikatine kanat çırpmanı imkansız kılıyor. Yasak meyveyi illa yemek gerekiyor.

Aşka düşmek, gurbete düşmek, geldiği yeri olduğu kadar gittiği yeri de özleyen bir garib yolcu olmak farz o halde. Bu gönüllü ve fıtri zorunluluk, insanlığımızı tamamlama serüvenimiz bizim.

İşrak felsefesinin kurucusu Sühreverdi Batıya yolculuğun hikayesi (Kıssatu’l- Gurbetu’l-Garbiyye) adlı olağanüstü eserinde sembolik ifadelerle bize ruhun geldiği ve vatan dediğimiz metafizik aleme doğru devam ettiği yolculuğu anlatır. Batı, nesneler alemi, karanlık veya zulmet adını verdiği ve içinde bulunduğumuz fizik âlemdir.

Doğu ise ruhun asıl vatanı olan ve fizik alemdeki varlıkların ebedi orijinallerinin bulunduğu ve nurlar alemi adını verdiği metafizik âlemdir. Dolayısıyla ruh Doğudan Batıya doğru yolculuk eder. O’ndan gelip O’na dönme yolculuğunda... Batıya gitmek kaçınılmaz. O kadar ki Sühreverdi’den alıntılayarak, şu sözün canlanışına tanık olana dek gurbetçiyiz hepimiz: “Bağlılık tamamen kurtulduktan sonradır!”

Batıya yani beden hapsine dönmeden, teni can kılmadan, canında cananı bulmadan... İstikameti şaşırmamız işten bile değil demektir. Yani yine ve her seferinde bütün yollar bizi aşk kavşağına getiriyor, bağlılık için. Bu vesileye yapışmaya yöneltiyor bizi.

İmdi aşk deyince şüpheler, vesveseler, korkular, önyargılar, tüketilmiş ezberî kalıplar geliyor bir çoğumuzun aklına. Aşktan korktukça, ilahi kelamı indiremiyoruz gönlümüzün semalarına. Gurbet kuşları yolculuğunu tamamlayamıyor bir türlü. Otuz kuş kendini bir olarak göremiyor Attar’ın hikayesindeki gibi.

O halde söz bizi sevgiliye getirecek. Aşık ancak mâşukla sükun buluyor. Maşuka da aşık gerekiyor. Birleyebilmek için tüm hakikati. Kendinde. Aşk bu yüzden ifade edilmek zorunda. İma edilmeli, paylaşılmalı, gül gibi dökülmeli sevenlerin yoluna, işaret taşı bırakmalı her adımda. Şiir bunun için var. Ve sanat da bunun için var.

Sanat böyle bakıldığında bir gurbet ifadesidir. Özlemenin, özünü izlemenin dilidir. İbn Arabi’nin Arzuları Tercümanı’nda anlattığı ‘sevgili’ onun gurbetidir. Attar’ın kuşları, Sühreverdi’nin Batıya yolculuğu, Filibeli’nin A’mak-ı Hayâli’nde Râci’nin yaşadığı düşsel serüvenler... Gurbeti anlatır bize bir bakıma.

Şimdi... Kendimizden uzakta. Gurbette. Eğer aşk gelirse... Ki er geç gelecek, bu iştiyak ile bu cezbe ile... Her şeyi sevdiğine doğru çekiliyor, fark edeceğiz. Bu çekiliş her zerre için geçerli. Garibler olarak yola çıktık. Gurbet biziz. Sevdiğimizle birlikteyiz. Gurbet bizim içimizde... Ve içimizde sevdiğimiz.. Usul usul hareket ediyoruz, göçmen kuşlar gibi yüreğimizi ısıtacak iklimlere...

Neyi özlediğini biliyor çünkü insan içten içe. Sevdiğinin yanındayken onu daha çok özlemesi bundan. Her şeyi sevdiğine getiriyor, onda topluyor, cem ediyorsun. İçi Hakk, dışı sevgili, onun da dışı her şey, ne varsa hepsi... Sevdiklerin sevemediklerin... Böylece bütün gurbetleri içine alıyorsun.

“İç varlığın bensizlikte vahdete ulaştığında artık iyinin ve kötünün ötesindedir demek. İyi ve kötü geride kaldığında sen bir aşık olacaksın” der Attar. Ve bu dünyaya aşık olarak gelen maşuk olarak çıkacak. Kavuşarak, birleyerek... Hakka varma ve O’nda yok olma hali... Ölmeden önce ölme hali.. Sevgilinin gönlüne girmişsen onda yok olacaksın. Sevdiğinin gönlünde, seni sevenin gönlünde doğduğunda... İkinci doğum olacak. Başladığın yere döneceksin. “Biz Allahtan geldik sonunda yine ona dönücüleriz”in tefsirini yaşadıkta... Gurbetin de tamam olacak!

Bugün gurbetini hıyanetle kamufle edenlerin garib olduğu elbet söylenemez. Hazreti Peygmber’in “ne mutlu gariblere” buyururken kast ettiği onlar değildir kuşkusuz. Garibler devleti ele geçirmeyi değil, dininin temsilini kendi tekeline almayı değil, vahdet özler. Gönül eğer dostu görmezse garibdir, kimsesizdir Yunus’a göre. Yunus’la bitirelim: “Söyler dilim ağlar gözüm gariblere göynür özüm / Meğer ki gökde yıldızım şöyle garib bencileyin...”

#Kemalettin Kamu
#gurbet
#Aşk
9 yıl önce
Gurbet bizim içimizde
Hz. Âdem kaç yıl önce yaşadı?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü