|
Haklı çıkma davasıyla gelen zulüm

Hatayı terk etmekte ne kadar da dirençliyiz. Senlik benlik davası yüzünden daima ve her koşulda haklı çıkma hırsı yiyor bizi. Hatalarımızı kabul etmedikçe yanlışlarımızı putlaştırıyoruz. Tüm eylemlerimizde haklı çıkma ısrarı bizi nefsimizin en alt mertebelerine esir ediyor. Yükselemiyoruz. Kanatlar asli işlevini göremiyor.

Her koşulda haklı çıkma hırsı bir davaya dönüşüyor çünkü. Kafa tutmaya başladığınızda her yol mübah hale geliyor nezdinizde. Dava söz konusu olduğunda ilk kaybedilen ise adalet duygusu. Hakkı ısrarla kendine izafe etmek aslında Hak yok demeye getiriyor bizi. İblis oluyoruz. Yaratıcısına beni sen azdırdın diyen...

Kendi nefsimize zulmetmeye, kötülüğü çoğaltmaya devam ediyoruz inkâr ettiğimiz sürece. Oysa neyi inkâr ediyorsak bir başka bilgide gelip yine buluyor bizi. Neyden kaçıyorsak ona yakalanıyoruz. İnkâr ikilik oluşturuyor. Kâinattaki her şey sen ben oluyor. Dava böyle başlıyor işte. Kendindeki hak duygusunu yani hakikati inkâr ettikçe... Biz’den ayrılıyoruz. Sonsuza dek bölünebiliriz artık.

Türkiye’nin bugününü esir alan bazı cemaatçilerin her koşulda haklı çıkmak uğruna onlarca yılın şahitliklerini dahi inkâr etmeleri, hileli yöntemlerini meşru kılmak için iftira tehdit ve şantaja bel bağlamaları, en canlı kanıtları bile örtme uğraşları, toplumsal sorumluluğu rahatça üzerlerinden attıklarını sanmaları.... Kalbi ruhu imanı emaneti ateşe vermekten kaçınmamaları... Toplumsal hayatın hemen her alanına verdikleri zararı görmemeleri... Zulmü çoğaltıyor durmadan.

İnkâr ikiliğe, çokluğa hizmet ediyor, sosyolojik alanları, geçişkenlikleri, tahammülü, halis niyeti, toplumsal dinamikleri istismar ediyor. Senlik benlik davasında haklı çıkmak için yapılan zulümler arttıkça vahdet duygumuz zedeleniyor. İnkâr insanı kendi gerçeğine örtü kılıyor. Kendine benlik atfetmeye en büyük perde denmesi boşuna değil elbet. Hakikate bizzat nefsin örtü oluyor. Kötülükte ısrar düğümünü çözmedikçe Rabbin hukukunu içselleştirmek mümkün olamıyor.

Pişman olup tövbe etmek, kendine ve her şeye zulmetmekten insanı döndürecek en büyük umut kuşkusuz. Nedamet, umuttur. Tövbe, süluk ehlinin ilk menzili olarak kabul ediliyor. Hakka dönme yolunda en kıymetli adım. Ahirin evvelden hayırlı olması ise pişman olup bir daha yapmama niyetiyle anlamını bulmaya başlıyor biraz da. Nefis eğitimine, yani insanlaşma serüveninde Adem olmaya tövbe ile başlanıyor.

Denilir ki; günahtan da gafletten de aslına dönmektir Hakka dönme yolculuğu. Hatayı derhal terk etmek, bir daha o suça dönmeme gayretinde samimi olmak, başkalarının şeytanı olmaktan da koruyacaktır bizi. Adem ile Havva, yaklaşmamaları gereken yasak meyveyi yiyip günah işlediklerinde bunun Allah’ın bilgisi dahilinde ve O’nun izniyle olduğunu elbet biliyorlardı. Onun dışında hiçbir şey olmadığını, tüm eylemlerimizin vs O’nun olduğunu da... Buna rağmen hatayı inkâr etmediler. Verdikleri sözü tutmamalarını nefislerine mal ettiler. Ve tövbe edip bağışlandılar.

İblis ise Yaratıcısına karşı edebi muhafaza edemedi ve kendisini O’nun azdırdığını söyledi. Nefsini temize çekmeye kalktı. Her şey O’ndan ve O’ndan gayrı bir şey yoksa bile... Kendine benlik izafe etmiş oldu. Vahdetin uzağına atıldı.

Nedamet getirenler Allah’ın rahmetine, getirmeyenler gazabına dönüyor. Elbet rahmeti gazabını geçiyor. Ama bundan ne şekilde sınanacağını kimse bilmiyor. Kısacası başına gelenlerden razı olmak, ibret alarak nefsini kınamak, hatadan Hakka dönmeye niyet etmek... Bütün bunlar insana verilmiş iradenin ne şekilde kullanılacağına dair bir ölçü koyuyor karşımıza. Cemaat de olsanız, sınav kağıtları kişiye özel.

Razı iseniz tövbeye ve bağışlanmaya yakınsınız. Nefsinizi yüceltip ikiliğe düşüyorsanız, ki çoğumuz böyleyiz, kendimizi affetmemiz dahi zor. Kötülüğü meşrulaştırmaya meyledebiliyoruz kolayca. Suçun ve kötülüğün günah ile ilişkisini koparıyoruz. İlk günah bağışlanmadan kalıyor ve insan ezelden ebede günahkâr olarak addediliyor. Böyle bir insan algısıyla Rabb’ini bilmek zor. Nefsini bilme yolunda kendine örtü oldukça Rabbini bilmek mümkün değil toplu olarak.

Her birimiz hazreti insan olmakla, kendimizdeki Muhammedî nur ile buluşmakla yükümlüyüz. Âdem’i en güzel suretinde yarattığını bildiriyorsa Allah... tövbe etmeden Âdem mertebesine dahi ulaşamayacağımızı idrak etmemiz gerek er geç. Allah nasip ederse kul tövbe eder. Nasip bir sır, nereden baksanız.

Toplu nasip de belki mümkündür, hikmetinden sual olunmaz. Gelgelelim, her beğenmediğin kişiye beddua ederek, lanetler okuyarak sınavı geçmek olası değil. Bedduanın geri dönüp edeni bulması zorunlu bir istikamet oluyor, sen ben davası güdüyorsanız. O’ndan gelip O’na dönme her birimizin gönüllü ve fıtri yolculuğu oysa. İnkâr ve hileyle yol uzuyor.

Günahını başkasına atarak suçunu hafifletip yüklerini attığını sananlar, her anlattıkları kişiyi şahit tutuyorlar günahlarına. Paylaştıkça meşru bir zemine oturuyor kötülükler. Dahası, kolayca yayılıyor, sirayet ediyor. Çünkü arızî olanın yayılması daha kolay. Kendini durmadan teşhir ediyor kötülük. İyilik ise saklı, kendini göstererek var etmeye ihtiyacı yok, çünkü mutlaktır iyilik.

Kulun Hakka dönmesi demek, Hakkın da ona dönmesi demek. Allah var ve onunla birlikte başka bir şey yok, varlık ‘bir’ vücud. Visal bunun kanıtı. Olan her şeye adaletin ilahi niteliği üzerinden bakıldığında, her şeyin bu haliyle dahi yerli yerinde olduğunu görmeye başladıkça, her vakit inkârcıların, çeldiricilerin, hak ile bâtılı karıştırarak çarpıtanların var olmaya devam ettiğini, bunun her nefis için ferdî bir imtihan vesilesi olduğunu fark edeceğiz. Zulmetin ortasında nuru bulmak için öncelikle sen ben davalarını terk etmeliyiz. Zulmet karanlığının içinden doğmaz dolanmaz bir güneş bulmak, nurla kaplandığımızı idrak edebilmek için...

#Türkiye
#İnkâr
#Tövbe
9 yıl önce
Haklı çıkma davasıyla gelen zulüm
Cemaatlerin hedef tahtasına yatırılması, 15 Temmuz’un sivil darbesinin başarılı olduğunun resmidir!
Yeni belediye başkanlarına öneriler
Amerikan bayrağı, terörizmi simgeliyor!
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru