“Gençler okumuyor” genellemesi üzerinden sadece gençlere değil yetişkinlere de eğitim vermek gerektiğini farklı alanlarda ele aldığım bu üçüncü yazıda, tatbiki eğitim ve nefsini bilme pratiklerinin ivedilikle eğitim müfredatına konulmasını ve eğitim sisteminin bu yönde düzenlenmesinin önemine bir kez daha değinerek devam edeyim.
Özellikle son bir yıldır Türkiye’nin farklı bölgelerinde, taşrada ve şehirlerde gençlerle uzun sohbet etme fırsatı buluyorum. Büyük kısmı üniversiteli ama azımsanmayacak ölçüde liseli de var. Daha önce de belirttiğim gibi kuşaklar arasındaki fark o kadar hızla değişiyor ki, bugün üniversite ikinci sınıfta olan bir genç, lise sondaki kardeşlerinin ne kadar tembel olduğunu, şimdiki liselilerin hiç söz dinlemediğini vs söyleyerek onları yetişkin edasıyla eleştirebiliyor. Ve baktığınızda bu üç yıllık farkı sahiden de on yılmış gibi görebiliyorsunuz.
Başta anlattığım sohbete katılan bir diğeri, İstanbul’un göbeğindeki bir kütüphanede çalıştığı için bize gençlerin bu dönemde hangi kitaplara rağbet ettiğini anlattı. O anlatırken bu konudaki gözlemleri ve hayat birikimi olan hemen herkes de onun sözlerini doğrulamaktaydı. Size de aşina gelecektir: Vampir kitapları, fantastik romanlar, yabancı dillerden çevrilmiş aşk romanları... İlk sıralarda.
Ebru, hat, tezhip gibi geleneksel sanat çalışanlar da bir devamlılık üzerinden yeni ama evrensel bir üslup geliştirmek gibi bir kaygı gözetmiyorlar, eğitimcilerin dediğine göre. Daha ziyade hafta sonu bir etkinlik yapmış olsunlar, faaliyet çılgınlığına dahil olsunlar, eğlensinler. Ebeveynler için de çocukları bir hobiyle ilgilensin de ne olursa olsun. Müzik ve spor alanları için de benzer yaklaşımların fazlalığına dikkat çekiyor herkes.