|
İnsanlığını tamamlar mı; varlığı tanımayan işitmeyen koklamayan!
Geçen gün birkaç anne ve eğitimciyle birlikte sohbet ederken içlerinden biri anlattı. Ufak çocuk kiraz ağaçlarının önünden geçerken annesine hayretler içinde şöyle seslenmiş: “Anne bak, ağacın dallarına kiraz asmışlar!” Beş altı kişiydik, hep birlikte güldük önce. Fakat hemen ardından aynı anda bu gülüşün acı bir gülüş olduğunu fark ettik.

Evet bugünün çocukları uzun zamandır domatesin markette yetiştiğini, suyun kaynağının musluk olduğunu vs sanıyorlardı ama kirazın bir meyve olduğuna ve her meyve gibi doğada yetiştiğine hepten yabancı kalmak üzereydiler. Hayatı elektronik âlemler ile devasa siteler arasına kuran tüketim dünyasında çocukların gerçeklerden ne kadar kopuk olduğunu gördükçe kendimize ağlamalıyız her şeyden önce. Ya da kendimize gülmeliyiz acı acı.

“Gençler okumuyor” genellemesi üzerinden sadece gençlere değil yetişkinlere de eğitim vermek gerektiğini farklı alanlarda ele aldığım bu üçüncü yazıda, tatbiki eğitim ve nefsini bilme pratiklerinin ivedilikle eğitim müfredatına konulmasını ve eğitim sisteminin bu yönde düzenlenmesinin önemine bir kez daha değinerek devam edeyim.

Özellikle son bir yıldır Türkiye’nin farklı bölgelerinde, taşrada ve şehirlerde gençlerle uzun sohbet etme fırsatı buluyorum. Büyük kısmı üniversiteli ama azımsanmayacak ölçüde liseli de var. Daha önce de belirttiğim gibi kuşaklar arasındaki fark o kadar hızla değişiyor ki, bugün üniversite ikinci sınıfta olan bir genç, lise sondaki kardeşlerinin ne kadar tembel olduğunu, şimdiki liselilerin hiç söz dinlemediğini vs söyleyerek onları yetişkin edasıyla eleştirebiliyor. Ve baktığınızda bu üç yıllık farkı sahiden de on yılmış gibi görebiliyorsunuz.

Başta anlattığım sohbete katılan bir diğeri, İstanbul’un göbeğindeki bir kütüphanede çalıştığı için bize gençlerin bu dönemde hangi kitaplara rağbet ettiğini anlattı. O anlatırken bu konudaki gözlemleri ve hayat birikimi olan hemen herkes de onun sözlerini doğrulamaktaydı. Size de aşina gelecektir: Vampir kitapları, fantastik romanlar, yabancı dillerden çevrilmiş aşk romanları... İlk sıralarda.

O vakit benzer şeyleri okuduğumuz kendi gençliğimi anma gereği duydum. Bu tuhaf bir şiddet içeren, nefs gıcıklayan romanları okuduk diye toplumsal yararcılığı, evrensel değerleri, insanlığın ve kainatın tekamülü için edilen gayretleri tastamam yok saymış olmadığımızı düşündüm. Her genç kuşak böyle fantastik türlere ilgi duyabilir, enerjilerini bu şekilde okuyarak da başka alanlara kanalize edebilir vs diye de düşündüm... Tamamen umutsuzluğa kapılmanın ve tüm gençleri genelleştirmenin anlamsızlığını da düşünürken ben... Üniversitede okuyan bir kardeşimiz sohbete katılarak şunları söyleme ihtiyacı duydu:

“Ama şimdi durum farklı. Biz gençler öğrenmek veya bir gün toplumumuza insanlığa filan yararlı olmak için okuyor değiliz. Pek çoğumuz sınıfı geçmek için sadece... Sağdan soldan aldığımız ödevlerle filan... Neredeyse klasik bir romanı baştan sona okumadan bitiriyoruz edebiyat bölümünü...”

“Peki okumayıp ne yapıyorsunuz, neden yazıyorsunuz mesela” şeklindeki sorumuzun ise yine klişe kadar net bir cevabı var: “Amacımız roman yazmak ise fark edilmek için yazıyoruz.” Böyle diyorlar. Nefsin rızası için... Evet gençler vampir hikayeleriyle, dehşet saçan şiddet sahneleriyle özdeşleşerek kendi hayatlarında bir tür ‘kurgu kahramanlar’ olarak kodluyorlar kendilerini. Roman klasiklerini merak etmiyorlar. Gerçeklerden kopuk, olaylara ilgisiz, meraksız... Ama kendi içlerinde fark edilme hırsıyla dolu, rekabetçi, teşhirci... Bu tarz özelliklerini besliyorlar daha ziyade.

Okudukları gazetenin, hikayenin veya ilgilendikleri bir konunun onlar için bir değer teşkil etmesi ancak aksiyonların çarpıcılığı ve kahramanların özgünlüğü bağlamında oluyor imiş. Başka bir ölçü vs olmaksızın. Bu konudaki tecrübelerini paylaşan hemen herkes aynı şeyi söylüyor, söylemekte: “Gençler için edebiyat, dil ile ilgili değil. Dilden zevk alacak kadar ne birikimleri var ne arzu ve şevkleri. Onlar aksiyon üzerinde duruyor daha ziyade.”

Ebru, hat, tezhip gibi geleneksel sanat çalışanlar da bir devamlılık üzerinden yeni ama evrensel bir üslup geliştirmek gibi bir kaygı gözetmiyorlar, eğitimcilerin dediğine göre. Daha ziyade hafta sonu bir etkinlik yapmış olsunlar, faaliyet çılgınlığına dahil olsunlar, eğlensinler. Ebeveynler için de çocukları bir hobiyle ilgilensin de ne olursa olsun. Müzik ve spor alanları için de benzer yaklaşımların fazlalığına dikkat çekiyor herkes.

Peki bu şekilde sanat ve kültürün ruh medeniyetimizi beslemesi mümkün mü ve bundan bizi hep birlikte evrensel değerlerin ihyasına yönlendirecek bir güzellik estetik tasavvuru oluşturabilir miyiz? Görünüşte hayır. Ancak her olgu gibi bu da iki başlı. Bir yandan anlamın içi boşalıyor ama bir yandan da yaygınlaşan popüler kültür, bazı iç dünyaları yeniden kalp ilmine, sahih bilgiye yöneltmeye başlıyor.

Yani klişe tabiriyle evet gençler ilgisiz, tembel, gerçeklerden kopuk, kendi tenlerine ve nefislerine tapıcı haldeler ama bu yolun sonu değil. Niyetler sahih olmasa da, hırs ve teşhircilik gibi amaçlar sanat ve kültür ihyasıyla toplumun ruhunu diriltmeye bir katkı sunmasa da... Hız faktörü ve değişimin dinamiklerine kaçınılmaz biçimde teslim olduğumuz için, içi boşalan her değer kendini yeniden anlama kavuşturacak enerjiyi de üretiyor. Hem de ummadığımız bir hızla.

Bu yüzden, yeniden ten ile can arasında ilişki kurmayı ve nefsin ruha hicretini canlandıracak tatbiki eğitime dönmeliyiz. Elleriyle varlığı tanımayan, dokunmayan, sesini işitmeyen.... Mesela ekmek yapmayan, odun kesmeyen, kırda toprağı eşelemeyen, çiçek koklamayan, ağacı meyveyi yerli yerinde gözlemlemeyen gençlerin, sanal ekranların gerisinde canlandırdıkları fantastik hayatın sınırlı dilinde insanlığını tamamlamaları kolay değil. Tabii onlara canlı örnek teşkil edemeyen yetişkinlerin de.
#gençler
#edebiyat
#kültür
#sanat
#kitap
9 yıl önce
İnsanlığını tamamlar mı; varlığı tanımayan işitmeyen koklamayan!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi