|
İşgal ile fetih arasındaki fark
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cumartesi günkü Fetih konuşması sırasında sosyal medyadaki yorumlara bakıyordum. “Fatih ve ordusu da diğer ordular gibi gelip buraları yakıp yıktı, halkı kılıçtan geçirdi, İstanbul'un alınması basbayağı işgaldir” mealindeki sözler uçuşup duruyordu. Açıkçası daha önce duvara yazılı “Zulüm 1453'de başladı” sloganını da görmemiştim, bu vesileyle öğrendim.

Ertesi gün Eyüp'de Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği'nin konuğu olarak 'Tevhid medeniyeti' üzerine bir konuşmam vardı. Beni dinlemeye gelenler arasında, “bu insanlar bizden nefret ediyor, ne yapmak lazım, onların kendi vatanlarına ve halklarına bu kadar düşman olduğunu bile bile, onlarla nasıl bir tahammül ilişkisi kurabiliriz” diye soranlar oldu. Nitekim, benim geldiğim çevredeki genel algı bu yönde olduğu için, mevzuya buradan başladım.

Evet, fetih gerçekleşmeden tevhid medeniyeti kurulamaz. Fetih, gönüllerin birbirine bitişmesiyle gerçekleşiyor. Bunun yolu da Hakka davet etmek, yani tebliğ. Tabii tebliği bugünkü gibi kuru kuru konuşmalar, vaazlar anlamında almamak gerek. Tebliğ; dosdoğru yaşama niyeti ve amelidir. Emredildiğimiz gibi. Nefsi ruha yükseltme mahareti. Kendi hayatında ve vücudunda tahakkuk eden hakikat algısını halklara duyurabilme ve bunu onlarla paylaşabilmek için hizmet etmektir.

Bu uğurda ahiler, erenler, fütüvvet ehli pek çok kişi emaneti hakkıyla, aşk ile muhafaza etmiş ve hicret ederek, uzak toprakları aşarak dilden dile, elden ele talip olanlara gönül dağıtmıştır. Başka türlü olsaydı, bugünkü gibi sömürgecilik ve tahakküm ile topraklar genişletilseydi fetihten bahsetmek mümkün olmazdı.

Şimdi sosyal medyada alay ediyor arkadaşlarım. 562 yıldır bitiremediler şu fethi diye. Kimi kimden kurtarıyorsunuz diyerek dalga geçiyorlar. Zaten memlekette ne Rum bıraktınız, ne Ermeni... Buranın Bizans'tan kalan halklarını kaçırdınız, şimdi kimin kime propagandasını yapıyorsunuz diyorlar.

Gerçekten de özellikle Cumhuriyet döneminde buranın yerli azınlıklarına yapılan zulmü kabullenmek mümkün değil ve bu sebeple benim de yakın durduğum bir sorgulamaydı bu. Dolayısıyla bu sözleri sarf edenleri anlıyorum, anlamak insana iyi geliyor, nefret oluşmuyor, düşmanlığa teslim olmuyorsunuz. Ve sizinle alay edilip hakaretler edildiğinde, hakir görüldüğünüzde de anlamanın getirdiği bir kudretle tahammül eşiğiniz genişliyor.

Zaten fetih bir türlü bitmedi derken de haklılar. Fetih hiçbir zaman tamamlanmaz ki. Bunu en çok Kabe'deyken hissetmiştim. Mekke, her zaman gürültülü, celalli, karmaşık, durmadan inşa halinde, bir türlü bitmeyen, yerli yerine oturmayan bir şehirdir. Çünkü orada Kabe var. Alemlerin kalbi. Varlığın özünü temsil ediyor. Kabe tamamlanmış olduğu için, manası kamil insanın gönlü olduğu için, Mekke'nin fethi hiçbir zaman bitmeyecek. Mekke'yi her zaman geri dönüp fethetmek mümkün!

Kimi zaman irili ufaklı gökdelenler, her zaman putlar, müşrikler, şunlar bunlar olacak içimizdeki Mekke'de. Hep de oldu. Kesrette vahdeti, vahdette kesreti; o tüm değişimlerle mevcut olan değişmezi ancak bu şekilde algılayabiliyoruz çünkü. Kainat durmadan genişliyorsa, kainata sığmayan kamil insanın gönlüne sığdırılabiliyorsa, işte bu demektir ki, gönül de durmadan genişliyor. Hakikatin sonu yok. Çünkü kemâlâtın üst sınırı yok.

Buradan hareketle, Mekke'nin fethi tıpkı Hz. Peygamber'in tarihte yaptığı gibi, her birimiz için, hicretle geldiğimiz Medine'mizin inşasından sonra asli vatanımıza geri dönüp sulh içinde gideceğimiz yerdir, döndüğümüz, döndürüldüğümüz, nokta olduğumuz andır, gönüldür.

Şehrin içinde şehir, barışın içinde barış olmaktır. Noktanın sonsuzluğudur. Kalbin içindeki süveyda; yani kara nurdur. Nur üstüne nur, genişleyen nokta! Geride bir şey kalmamacasına. Ne başkası, ne öteki, ne şu, ne bu...

Amerika'nın Irak'a girişi ve bunu izleyen dönemde iki milyon kişinin öldürülüşü, orada bir insanlık medeniyetinin kurulmasına yol açmadı. Bir çağın kapanıp bir başka çağın açılışından bahsetmek mümkün olmadı. Bu sebeple bu tastamam bir işgaldi. Kadavra medeniyeti! Düşmanlık, saldırganlık, istismar, tahakküm, sömürü ile kurulan...

Fetih ise, kendi çıkarın için değil, ahbabın, komşun veya sömüreceğin güçsüzlerin için değil, tüm insanlık için evrensel nefesi kaynağından çekip iletebilme niyetidir gittiğin yerlere. Nefsin için değil, ümmet için kanını feda etmektir. Sahabeden Eyüp el Ensari gibi, Konstantiniyye'ye doğru canını feda etme niyetiyle yola çıkmak ve bir anlamda da nefsin surları dibinde vücudunu teslim etmeyi göze almaktır. Amerikalılar gibi masumların kanını dökmek hedefiyle yola çıktığında ise toprakta pıhtılaşmıyor döktüğün kan.

Erdoğan, fetihten önceki son gece, Fatih'in emriyle bütün meşalelerin söndürüldüğünü, davulların susturulduğunu ve orduların büyük bir sessizliğe büründüğünü anlattı fetihten bahsederken. İnsanlar bir araya geldiklerinde isyan ateşi harlanır. Nefret ve düşmanlık çoğaltır kalabalıklar. Sevmek ise topluca eda edilen bir eylem değil. İnsan severken yalnızdır. Bu yüzden olsa gerek, dayanışma ruhu, sadakat, vefa, hak için mücadele, saldırganlık değil direniş ekseninde gerçekleşen bir nefs cihadı... Kısacası 'fethi mubin' için; evet meşaleler söndürülmelidir.

Öfke ve düşmanlık ateşiyle değil, aşk ateşiyle harlanmalıdır gönüller. Ve gönüller birbirine hak için bitiştiğinde, işgal ve sömürüler yerini fetihlere bırakacak. İçimizde de dışımızda da.
#istanbulun fethi
#Cumhuriyet dönemi
#fetih
9 yıl önce
İşgal ile fetih arasındaki fark
Kara dinlilerle milletin savaşı
Eğitimde çıkış yolu: Pergel metaforu
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar