|
Mahremiyet özgürlüğü

Müslümanlık; Doğu’da olduğu kadar Batı’da da, kısaca bugün küreselleşmekte olan dünyada giderek kendi nefesini alıp vermeye başlıyor. Kimileri din adına katliam yapmaya devam etse de, yani insanlığın evrensel dilini terörizmle seslendirmeye çalışsa da... İnsanların Müslüman olmalarındaki artış devam ediyor.

İslam’ın Batı'da görünür olmaya başlaması da kuşkusuz bu artışın yan sebeplerini çoğaltıyor. Danimarka’da karikatür krizi döneminde Batılıların bu dini merak etme katsayısı aniden yükselmiş ve kendi dillerine o dönem çevrilmiş kitap ve eserlere olan ilgi artışı (yanılmıyorsam Kur’an’ın Danca mealinin basılması dahil) Müslüman olma oranını yükseltmişti.

Sözgelimi ifade özgürlüğü gibi kendi içlerinde çelişkilerle de olsa yaşadıkları bir olgunun mahremiyet özgürlüğünü açıklamaya yetmediğini bu süreçte fark etmeye başlıyor kimi Batılılar. Kutsal olanın seküler olandan ayrışmadığı, yeryüzünün göklerden kopmadığı, maneviyatın bizzat maddiyat ile bütün olduğu, iç ile dışın birbirini ortadan bölmediği, halkın haktan gayrı olmadığı bir ‘tevhid sistemi’nin iç yaşantısında yitirdikleri hazineyi -aşkı- bulabiliyorlar. Kalbin dini aşk olduğu için... Aşkın başka dini mezhebi ırkı kökeni vs olmadığı için... Cemaatlere, ideolojilere veya törelere ille ihtiyaç duymadan bile ihtida edebiliyor bu yüzden insanlar.

Bizde ise kemalizm ya da küreselleşme, sekülerleşme gibi zamanın ruhuna uygun suretlere bürünse de... Liberal, kapitalist, anti emperyalist, demokrat vs gibi sıfatlarla varoluşunun altını çizmeye çalışsa da... Sosyolojinin, siyasetin en sert kalıplarına girip çıksa da... Her kalpte kendi biricik sesiyle çarpmaya devam ediyor İslam. Bölünemeyen, sıfatlara sığmayan, kategorize edilemeyen, siyasi kalıplara indirgenemeyen, yine de insanı bütünlüğe, aşka, adalete, merhamete, birliğe götüren evrensel ruhu bu İslam’ın..

Müslüman, gündelik trendlerin içinde kâh onlarla birlikte, kâh ayrı olarak bu evrensel nefesi alıp vermeye devam ediyor. İslamın gerçekliğine en azından sosyolojik olarak biraz daha yaklaşmaya bugün sadece İslamofobiklerin değil, bizzat Müslümanların da ihtiyacı var.

İslam’ın hayatın görünmez alanlarındaki tezahürlerine biraz daha yakından bakmamızın bugünün sosyolojisine çok gerekli olgular kazandıracağını daha önce başka mecralarda da defalarca dillendirdim. Neyi kast ettiğimi bir örnekle açıklayayım.

Bugün eğer Müslüman bir gencin rap söylemesi veya Batılı bir filozof üzerine master yapması iki çelişkili olgunun örtüşmesi olarak algılanıyorsa... Yine bugün, İsmail Kılıçarslan’ın geçenlerde bir yazısında bahsettiği gibi başörtülü kızların Çengelköy’deki bir lüks kafede ne işi olduğuna dair sosyolojik çözümleme eksikliği içindeysek... Bu olguya sadece maneviyat boşluğu veya gereksiz tüketim gibi söylemlerle (ama İslam bu değil vs diyerek) karşı çıkıyorsak... ‘Zamana sövmeyin’ hadisini hiç yorumlayamamışız ve buradaki tevhid sosyolojisine yeterince vakıf olamıyoruz demektir.

Zihnimizde putlaştırdığımız ve vehimlerimizle koyduğumuz her sınır, hakikati tavaf etmemizi engelliyor. Tıpkı etrafındaki onlarca gökdelen putuna rağmen Kabe’nin hakikatinden hiçbir dönemde bir şey eksilmemesi gibidir buradaki çelişkili gibi görünen bazı olgular. Surete ve ritüellere indirgemekle içini boşalttığımız anlamlar gibidir.

Kendi içinde yaşadığımız olguların canlı kavramlar olarak neye tekabül ettiğini, Müslümana verili ölçüler içinde kalarak rap söylemenin, resim veya film yapmanın, Batılı bir filozofu sevmenin veya avm’lerden ihtiyaç gidermenin ille ‘gâvurlaşma’ olmadığını... yansıtmak tevhid sosyolojisinin yükümlülüğü olmalıdır diye düşünüyorum.

Tevhid sosyolojisi bize podyumda değil, hayatın zerrelerinde iç içe geçişlerin bir melezleşme önşartına bağlanmadan da devam etmekte oluşunun söylemlerini getirecektir. Geçen yazımda bahsettiğim gibi; sahici buluşmalar için ille bir tarafın diğerine benzeme önkoşulu olmadığını, melezleşmenin ancak kendiliğinden ve çift taraflı etkileşimlerle gerçekleşebileceğini... Ve farklılıkların iç içe değil yan yana gelişiyle bile ihtiyacımız olan birlik ruhunu diriltebileceğimizi söylemeye çalışıyorum.

Bir toplumda başkalarının kutsalına hakaret etmek bir ifade özgürlüğü olduğu kadar, başkalarının mahremiyet hakkına alan açmak veya mahremini korumak da özgürlüğün bir parçası olabildiği ölçüde: İç içe geçişlerden, kaynaşmadan, sahici bir melezleşmeden bahsetmeye başlayabiliriz. Diğer türlüsü tahakküme dönüyor her koşulda. Sosyolojik kavramların tahakkümü ise Batılının ifadelerine kilitleniyor ve geride kalan her toplumsal dinamiğimizi önce kendimize yabancılaştırıyor.

Hayatın her alanındaki farklılaşmalarımızı engellemek ve sadece benzerliklerimizin altını çizmekle yetinmek de bu tahakkümün bir parçası. Birbirimize benzemediğimiz oranda zihin altında düşman olmamızı meşrulaştıran bir yaklaşımı besliyor çünkü.

İnsanların farklı kavramlar içinde yaşayan canlı sözler olduğunu bize hatırlatacak tevhidî olgular üzerine kendi toplumumuzdan örnekler vermeye inşallah devam edeceğim. İçinde yaşadığımız ama bizi açıklamaya yetmeyen sosyolojik terimlere acizane farklı ifadeler getirmeyi amaçlayarak.

#İslam
#Liberal
#Müslümanlar
9 yıl önce
Mahremiyet özgürlüğü
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi