|
Salonu her doldurduğunda ‘kültür sanat’ ihya edilmiş olur mu?
Geçenlerde İsmail Kılıçarslan, kendine özgü üslubuyla meseleyi anlatmıştı. Bu vesileyle bendeniz de acizane kayda geçirmek niyetiyle biraz daha devam edeyim. Daha önce defalarca yazdım mesele ettiğimiz bu mevzuları, ama seçim öncesi o kadar çok 'içeriden' eleştiri dinledim ki, okuru şahit tutma ihtiyacındayım.

Evet, medeniyet tasavvuru sadece ekonomi ve siyaset ile gerçeğe bürünemeyeceği için, bize şimdilerde en fazla lazım olan ruhtur. Köprü yapmak, tarihi eserleri restore etmek, bina ve yol yapmak elbette çok önemli. Gelgelelim Başbakan'ın ifadesiyle duyguların restorasyonu dönemindeyiz. Ve bir medeniyetin büyük ve çoğulcu olabilmesi, evrensel değerlerini ihya edebilmesi için kültür ve sanatın aşk ile, zevk ile idrak edilmesi gerekiyor. Medeniyetin ruhu, nefesi. Niyetine...

Kılıçarslan, bu insiyakla yola çıkan belediyelerin kültür sanat faaliyetlerine değinmeye nereden başladıysa, ben de oradan başlayayım. Zira mevzuyu mesele haline getiren yer de burası. Başlangıcı.

Belediyeler, Kılıçarslan'ın da isabetle değindiği gibi, çağrılacak kişileri ihaleci firmaların insiyatifine terk ediyor ve bu yüzden de çoğunlukla konu konuşmacıların tasarrufuna bırakılıyor. Onların ne ile iştigal ettiğini, ne yazdığını, ne sergilediğini bilmeyen ihaleci firma yetkilileri de doğal olarak “sizin belirlediğiniz bir konuda konuşmak üzere” diyerek çağırıyorlar!

Bu durum başta olumlu gibi dursa da, bir süre sonra her çağrıldığınız yerde aynı şeyleri anlatma riskiniz oluşuyor. Konuşmacı için bu bir derinleşme fırsatıdır şüphesiz. Ama herkes o kadar dolu ve yoğun ve kalabalık ki, genellikle derinleşme yerine cepten yemeye yol açıyor bu durum. Ve içeriğin niteliğinde kaçınılmaz olarak bir yüzeyselleşme, bir bozulma başlıyor.

Bu işin konuk konuşmacılarla ilgili yanı. Açıkçası, asıl mesele kültür sanat faaliyetlerinin yeterince kurumsallaşmamasıyla ilgili. Sorun: Kurumsallaşmadan profesyonelleşmekte. İlçe ve şehir belediyelerinin pek çoğunun kültür sanat faaliyetlerini organizasyonunda ihale usulü iş yapmasına kimsenin edeceği bir laf olamaz. Profesyonelleşmek bunu şart hale getiriyor. Kılıçarslan'ın da dediği gibi; ihaleye göre 12 ayda şu kadar konferans, bu kadar konser, şu kadar sempozyum, seminer, sergi. Hepsi kayıt altına alınıyor. Fakat sorun, ihale usulü çalışırken işini hakkıyla yapıp yapmamakta.

Yine Kılıçarslan'ın değişiyle: Genellikle kanalizasyon kapağı ihalesine girmekle kültür sanat ihalesine girmek arasında pek de bir fark görmeyen bu firmaların o şehrin kültürünü de yönetmeye başlamalarında. Sorun burada, çünkü ehil olmayan yaklaşım sergilediğiniz oranda domates satmakla kültür sanat satmak arasındaki farkı seçemez hale geliyorsunuz. O fark yazının başında bahsettiğim 'ruh' kadar!

Elbette belediyeler içinde çok ama çok başarılı örnekler var. Hepsini bir tutmak çok haksızlık olur. Ama Kültür Bakanlığı'nın bir süre önce yazar çizerleri çağırarak yaptığı toplantıda da dile getirmiştik. Kültür sanat işlerinde fırsat eşitliği için uğraşılması tabii ki önemlidir fakat mevzu sanat olduğunda etkinliklerin nitelikleri birbirinden çok farklıdır. Bu farkı tanzim etmenin yegane ölçüsü salonların ne kadar dolduğu, kitapların ne kadar best seller olduğu veya filmlerin ne kadar gişe yaptığı ile ölçülemez. Ruh'un kuşatıcılığındaki tek kriter reyting değildir.

Farklı belediyelerin kültür sanat faaliyetlerine konuk konuşmacı olarak katılmaktan daha fazla konuk seyirci olarak katıldım bu sezon. Ve gördüm ki yeni binalarda, ferah salonlarda, kitaplıklar, sergiler, hat ve tezhip, ebru kursları, musiki dersleri, manevi sohbetler vs.. derken: Bu takdir ettiğimiz 'faaliyet azmanlığı' ehil olmayan yetkililerin siyaset ticaret ahbaplık ilişkileri nedeniyle ceplerini doldurmaya da fazlasıyla hizmet ediyor. O kadar ki halkın faydalanması ikinci planda kalıyor.

Rantçı yaklaşım, liyakat esasını gözetmeyi unutturuyor. Çağrılan konuklarla ilgili sonradan yapılan haberler dahi son derece üstün körü ve yanlışlıklarla dolu olabiliyor. Çünkü mahiyeti değerlendirebilecek yetkinlikte ehil kişiler o salonda bulunmuyor çoğu zaman.

Sucuk hamsi festivali de elbette olmalı, lakin kültür sanata kıymet vermek: Gelenleri sadece salonu dolduran seyirci olarak değerlendirmekten öte bir amacı hedeflemeli. İçlerinden büyük sinemacılar, besteciler, zanaatkarlar, şairler çıkarmayı hedeflemenizi gerektiriyor. Bu durumda konuşmacılara ödenecek paraların da hakkaniyetli bir biçimde dağıtılması çok önemli. Burada da tek kriter reyting, şan şöhret olmamalı. Medeniyet tasavvuru sadece yöneticilerin yakınları için değil, insanlık için geniş ufuklu olmayı gerektiriyor.

Şahit olduğum kadarıyla gençliği, vatandaşı kültür sanata yatkın ve yakın hale getirmeyi hedefleyenlerin, ilk olarak bizzat kendileri kendilerini geliştirmeli: Zevk eden, merak eden, gönül veren, işini hakkıyla, aşk ile yapan, insanlığın ve kainatın tekamülüne kendi katkılarını sunmak için emek sarf eden, Hak için hizmet eden, 'niyetli' kişiler olmaya çalışmaları gerekiyor. Elbet genelleştirmiyorum. Ama seçim öncesi, il ve ilçelerde en çok duyduğum şikayetler bu yönde ve bunları dile getirmeye devam edeceğim inşallah.
#İsmail Kılıçarslan
#Medeniyet tasavvuru
#tika
9 yıl önce
Salonu her doldurduğunda ‘kültür sanat’ ihya edilmiş olur mu?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi