|
Erdoğan’a değil, size saldırıyorlar...

28 Şubat’ın 18. yıldönümünde Türkiye yeni bir demokratik aşamaya geçmek üzere gün sayıyor. Aynı günde Başbakan Yardımcısı Sayın Yalçın Akdoğan ve HDP heyetinin PKK’ya silahsızlanmaya dair kongre çağrısında bulunması, “bin yıl sürecek olanın” kardeşlik, barış ve özgürlük olacağına dair umudu daha da güçlendirdi. Vesayet ittifakı ağır bir darbe daha aldı ve bir mevzi daha kaybetti.

Bu çağrının 2013’ün baharında (25 Nisan 2013) Kandil’de yapılanla aynı olduğunu, haliyle şu an sadece iki sene önceki duruma geri dönüldüğünü söyleyenler yanılıyor. Çünkü ortaya konan barış iradesi Paris, İmralı Zabıtları provokasyonu, Gezi, dershaneler, 17/25 Aralık ve 6-7 Eylül kalkışması gibi birçok zorlu testten geçti. Bu provokasyonları aşan yeni sürecin eskisi ile aynı olmadığını, çatışma yanlılarının meşruiyetinin ağır hasar aldığını gözden kaçıramayız.

Haliyle 28 Şubat, son 12 yıllık demokratikleşme dönemi, Çözüm Süreci, ilk halk anayasasını yapma ihtimali ve sistem tartışmaları da anlam dünyamızda birbirine yakın yerlere düşüyor. Çünkü bunların her biri, bir diğerinin sonucu, parçası veya olmazsa olmazı.

Vesayet kurumları ile zapturapta alınmış bir ülkede, halk iradesinin kurumları demokratikleştirmesi (ele geçirmesi) zorlu bir egemenlik kavgasını ima ediyor. Ülkedeki iktidar bloklarının egemenlik savaşının hangi tarafında yer alacağı ile ilgili basit ama kritik bir hesaptan bahsediyoruz. 1) AK Parti’de siyasi temsil bulan reform yanlısı kesim, 2) ulusalcılar, 3) asker ve 4) PKK hattı...

Ordunun siyasetin egemenliğini görece kabul etmesiyle, 2-2’lik dengeyi tutturan AK Parti, Çözüm Süreci üzerinden 3-1’lik üstünlüğü kurdu. Kandil ve HDP’nin isteksizliğine rağmen doğru bir sosyolojik ve tarihsel okuma yapan İmralı şu ana kadar süreci korudu ve kendisine yönelen darbeleri savuşturdu. Bu nedenle, ulusalcı kesim ve paralel yapının taktiksel hedefi Çözüm Süreci’ni çökerterek savaşı başlatmak oldu. Çünkü savaş yeniden başlarsa, durum 2-2 değil, 1-3 şeklinde AK Parti’nin aleyhine değişecekti. Öcalan’ın “darbe mekaniği” dediği şey budur. PKK’nın savaşması, yapısal reformdan geçmemiş askerin hareketlenmesi, siyasete baskı kurmaya başlaması demek de olacaktı.

Tabii ki hala alınacak mesafeler ve verilecek demokratik bir kavga var. AK Parti, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde zafer kazandıktan sonra, Genel Başkan ve Başbakan değişikliğini de umulanın/temenni edilenin aksine tereyağdan kıl çekercesine kolay şekilde başardı. Üç dönem kuralı ve bu değişim bir devrim niteliğindedir. Sayın Ahmet Davutoğlu bu dönem için büyük bir şans ve Sayın Erdoğan doğru demokratik tercihi yaparak özgüvenini gösterdi. Bu geçişin başarılması, halk iradesinin sistemleşmesi için kritik önemdeydi. Hasılı, Erdoğan ve Davutoğlu tarihi bir rol oynuyorlar şu anda.

Lakin, sistem hala vesayete açıktır ve 12 yılın kazanımları garanti altına alınmış değildir.

Sayın Erdoğan, kırk yıllık siyasi hayatında tabanı ile yürüyen, onun taleplerine kulak veren, halkla, hayatla birlikte değişen, şekillenen organik bir lider. Nitekim, yukarıdaki güç denklemindeki eşitsizliklerin yol açtığı krizler, Gezi, 17-25 Aralık gibi ölümcül darbeler Erdoğan’ın üzerinde biriken güç yoğunlaşması sayesinde atlatıldı. Yani Erdoğan bir kurum gibi davranarak kendisine emanet edilen halk iradesine sahip çıktı. Bunu antidemokratik engelleri aşmak üzere kullandı ve paralel yapı gibi yenilmesi imkânsız görünen bir küresel uzantılı güçle savaşmaktan kaçmadı.

Şu anda ise, sorumsuz bir cumhurbaşkanı olarak bu gücü dilediği gibi kullanmak yerine, bunu kalıcı bir sisteme devretmek üzere başkanlık tartışmasını sürdürüyor. Çünkü ancak bu şekilde halk iradesine dayalı bir devlet yapılanması inşa edilebilecek. Bu ise liderin siyasi ömrü ile kısıtlı olmayan, halkın iradesinde zamanaşımından korunmuş bir sistem kurmak demek.

Erdoğan’a diktatör, otoriter suçlaması yapanlar da bal gibi bunun son derece sağlıklı, çoğulcu ve demokratik bir süreç olduğunu biliyorlar. Aslında düşman Erdoğan’ın şahsı değildir. Bu noktada AK Parti seçmenlerinin şu ayrımı iyi yapmalarında azami fayda var. Asıl hedef, Erdoğan üzerindeki biriken güç yoğunluğudur. Oligarşik bürokrasiyi alt eden, vesayete kapalı yeni bir sistem kuracak, anayasa yazacak olan irade bu güç yoğunluğunda saklıdır. Nefret edilen, böyle bir yoğunlaşmanın bir kişi üzerinde kendilerini yenecek şekilde birikmiş, Erdoğan’ın da emanete hıyanet etmemiş olmasıdır.

Erdoğan’a yönelik her saldırı, şahsına değil, temsil ettiği halk iradesine karşıdır.

Yani sizlere...

#28 Şubat
#Yalçın Akdoğan
#HDP
#PKK
9 yıl önce
Erdoğan’a değil, size saldırıyorlar...
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü