|
İskilipli Atıf Hoca ve mebus Krikor Zohrab…
Türkiye'nin son 13 yılda ileriye doğru sıçrama yaparken, kuvvet almak için bir ayağını geriye doğru atmasından daha doğal bir durum olamazdı. Her tarihsel ve ideolojik kopuşta, kopuşu üstlenen siyasi aktör böyle bir eğilim taşır. Çünkü kimliksiz hareket, “geçmiş, şimdi ve geleceğe” doğru kendini tahayyül edemeyen bir kimlik de söz konusu değildir.

Geçmişten kopacak olanın yaptığı bir toplum mühendisliği ise, uydurma, abartılmış ve gerçekçi olmayan bir tarih anlatısı üzerine kurulur kimlik. Hazzedilmeyen müesses nizamın aslında bize dair olmadığı, yanlış/çürümüş olduğu ve kesilip atılması gerektiğine dair eylemde, kesip atılanın yerine yeni bir kimlik, tarih ve söylem yaratılmak, konmak durumundadır. Bunun hızla yapılması gerekliliği, reaksiyona şiddeti de davet eder.

Mustafa Kemal de buna benzer bir şey yaptı. Muhtemelen dinin afyon, aklın da tüm zamanların şampiyonu olduğunu düşünen sıradan bir radikal aydınlanmacıydı. Böylelerinde, dinin yerini milliyetçilik alır ve dini duygular zayıfladığı oranda, inşa edilmiş milliyetçi damar güçlenir. Mustafa Kemal başka türlü bir yöntem seçemez miydi? Dönemin şartları nedeniyle mi bu yönteme mecbur kaldı? Bu çokça başvurulan bir kaçış noktasıdır. Mustafa Kemal mecbur olduğu için değil, öyle istediği, bunu yapmaya gücü yettiği ve bu modele inandığı için bu yolu seçmişti.

Haliyle Osmanlı'nın çöküşünden mesul tutulan İslam'ın öncesine bir sıçrayış gerçekleştirildi. Böylelikle, tarihi bir hata, Hititlilerden itibaren tarih yeniden yazılarak giderilmiş, Türkler Malazgirt'ten Anadolu'ya girmek yerine, Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya geçmiş, oradan da Avrupalılaşarak Türkiye'ye Batı'dan giriş yapmıştı. Bu rotada Doğu'ya dair hiçbir şey yoktu.

Böylelikle, görünürde İslam ve Hanefi mezhebi seçilmiş olsa da, Türk/Kürt İslamı, reformasyondan beri fethedilen Batı Hıristiyanlığı gibi bir kültürel kabuğa dönüştürülecek, yani aslında tıpkı 19. Yüzyıl'ın 3. çeyreğinde Avrupalıların Hıristiyanlığa yaptıkları gibi tasfiye ve marjinalliğe mahkum edilmiş olacaktı.

Sonuçta bu proje kısmen başarılı oldu. Bugün muhafazakâr Türk ve Kürtler ile laikçi Türk ve HDP/PKK geleneği arasında yaşanan sert karşılaşmaların, kutuplaşmanın nedeni budur. Bir yüzyıl sonra, laikçi ve dönüşmüş kesimler, tarihe gömüldüğünü farz ettikleri “hayaletin” çok güçlü bir biçimde geri dönmüş olmasını bir felaket olarak duyumsuyorlar. Aslına bakılırsa bir çeşit kıyamet bu onlar için. Sahibi ve kurucusu olduklarını farz ettikleri ülkelerini, “Onlar” ile paylaşmak zorunda kalıyorlar. Bir mühendislik ürünü oldukları için, formatlandıkları programa göre düşünüyorlar. Gerçeklikle bağları kopmuş durumda.

AK Parti ise, adımını geri doğru basarken, orada çamursuz, temiz bir yer bulmaya çalışıyor. Bunun için “Osmanlılık” teması hem rasyonel, hem de fonksiyoneldi. Anakronizme meyilli olsa da, bu yaklaşım, bugün ile kurulan güçlü ilişki sayesinde lirizm ve romantizmin dozunu eser miktarda tutuyor. Taba sisteminin, ilk Meclis'in, 1921 Anayasası'nın, Sultan Abdülhamid Han'ın sembolleri bu anlamda Yeni Türkiye'nin kimliğini inşa etmedeki zemini oluşturuyor.

Bu arada Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu, 1923 ve 2023 arasını yaşanmamış saymanın bir başka mühendislik olacağını bildikleri için, bu aralığa da tamamen kayıp gözüyle bakmıyorlar. Yani “Kayıp bir yüzyılı kesip attık” söylemi de doğru değil. Hayatla ve yaşananla ilişkisi kopmuş, eforik, lirik hiçbir yaklaşım anlamlı değil. Olmuş olan olmamış sayılamaz. Bu hikâyenin tamamı bize dair ve ya bizim yaptıklarımız, ya tanık olduklarımız, ya da üzerimizde tatbik edilenlerden oluşuyor.

İşte bu nedenle, AK Parti Dersim, 1990'lardaki pratikler, 1915 ve birçok travma konusunda da kendisini daha rahat hissediyor. Sayın Erdoğan, “Bizim atalarımız soykırım yapmış olamaz” dediğinde sert bir yazı yazmıştım. Oysa burada çok değerli bir yaklaşım ve bir imkân alanı vardı. Biz neden Dersim, JİTEM veya İttihatçı pratiklerden mesul suçluları atalarımız olarak genelleştirelim, meşrulaştıralım ki! Ermenileri koruyan Kütahya Valisi, Boğazlıyan Müftüsü dururken, neden bu katliamı gerçekleştirmiş kişileri atamız belleyelim?

İskilipli Atıf Hoca ile Mebus Krikor Zohrab'ı aynı zihniyetin öldürdüğünü bilmiyor muyuz? 80 yıl boyunca Ermenilere uygulanan pratiklerle, muhafazakârlar, Aleviler ve Kürtlere uygulananların ne kadar benzeştiğinin farkında değil miyiz?

Bu 24 Nisan'da Kumkapı Patriklik Kilisesi'nde hükümetin üst düzeyde temsil edildiği dini tören, (evet, laikçileri sinirlendirelim yine) büyük bir devrim. Osmanlı'nın yıkılışında büyük bedeller ödeyen bir taba da Osmanlı Ermenileriydi. İttihatçı/Kemalistlerin ret ve inkârını bu konuda da muhafazakar devrimci bir parti sona erdiriyor. Bir kelimenin üzerinde dönüp dolaşmak isteyenler için sonsuzca vakitler vardır. Ama yüz yıldır yaslarını başlatmak isteyen, kayıplarına hürmet eden, onları suiistimalden korumayı görev addedenler için yeni bir dönem başlamıştır.

Olmuş olan olmamış sayılamaz; bu değerli gelişmeler kalıcı ve dönüştürücü, yaşananları yok sayan ve değersizleştirenler ise geçicidir.

Öfkeleri de bundandır.
#İskilipli Atıf Hoca
#Mebus Krikor Zohrab
#Boğazlıyan Müftüsü
9 yıl önce
İskilipli Atıf Hoca ve mebus Krikor Zohrab…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi