|
Nefret…
Aşağılıklara duyulan nefret bile

Kaşları çatıklaştırır,

Haksızlık karşısındaki öfke bile,

Sesi cırtlaklaştırır,

Heyhat biz ki,

Temellerini atmak istemiştik sevecenliğin

Olamadık sevecen kendimiz.

Acı bir ikilemi ne kadar hoş ve sarih bir şekilde anlatmış Bertolt Brecht değil mi?

Dünyadan nefreti kazımaya adanmış olanların bile bu işi kotarabilmek için nefrete ihtiyaç duymaları bir paradoks mudur?

Bunlar öyle sorular ki, yırtığı biraz daha açma temayülü gösteriyor. Dünyadan şer kazınabilir mi, nefret yok edilebilir mi? Bu sorulara net bir cevap verilebilir mi? Verilemezse, cevap vermemek daha mı doğrudur, yoksa soruları mı engellemeli?

Evet genelde yapılan budur; soruları engellemek. Ya hiç sormamak, ya da içeriği boşaltarak sorunun yırtığı açmasını engellemek için baştan bir pens koymak.

O yüzden devam edelim.

Peki, eğer şer/nefret dünyadan kazınamayacaksa, kötücül oldukları pekâlâ kanıtlanmış kesimlere, rejimlere, örgütlere vd. karşı mücadele için ayağımızı nereye basacağız? Nefreti mahkûm etmek için nefrete muhtaç olacaksak, bu bir çelişki değil midir?

Ne çok çelişki var!

Belki de çelişkileri illaki uzlaştırmak gerekmiyordur. Belki de fenalığın babası çelişkileri yok etmeye dönük kibirdir.

Açalım mı biraz?

Mesela, nefretin bize sordurttuğu bu soruların ima ettiği çelişkilerin baskısından azade olmak için, kibirli (A)kıl şöyle iki çıkarımda bulunabilir.

Nefret doğaldır, o halde insan nefretsiz yaşayamaz.

Nefret, bir komplikasyondur, tedavi edilmelidir, kazınmalıdır.

Bu iki önerme de donuk bir dünya yaratma amaçlı, sahte bir bilinç önermektedir ve sunidir. (Ama çelişkiyi beslediği için gereklidir de, çünkü bize bu yazıdaki soruları sordurtmayı sağlar.)

İki önermenin de varacağı yer, daha fazla nefretin bu dünyayı ele geçirmesidir. Nefretin bir insan özelliği olduğunu kabul etmekle, nefretin kaçınılmaz bir tercih olduğunu söylemek aynı şey değildir, hatta taban tabana zıt şeyler olabilir.

Öte yandan, şeylerin doğru isimle çağrılmaması, aşkın ya da değerinden az anlamlara hapsedilmesi de, o şeylerin olumsuz tarafına hizmet edecektir. Çünkü evrende çürüme kanunu vardır ve şeyler kendi hallerine bırakıldığında bozunurlar. Hayata dönüp arkanızı gidemezsiniz, çünkü hepimizi kovalayan bir hakikat/ölüm vardır.

Nefretin bir olgu olması, ona teslim olacağımız anlamına gelmez. Bu manada ele alındığında, tüm ahlaki önermeler de gayrıtabiidir. Tabiatta zayıfın güçlünün eti olduğunu görüyoruz diye komşularımızın çocuklarını yemiyoruz. Hayvani içgüdülerimizi temel alıp önümüzde gelene saldırmıyoruz. Bunları yapanlar yok mu, var, ama hem pre-modern hem de modern dönemde bu davranışları gayrıtabii değil, gayrı insani bulduğumuz için onaylamıyor, günah/suç kapsamına alıyor ve cezalandırıyoruz.

Böylelikle insan oluyoruz zaten.

Peki tüm bunlar gücümüzü, doğamızı aşan mesuliyetler midir? Hayır... Bildiğimiz her şey, bilmiş olmamızla/olabilmemizle bizim kapasitemiz içindedir. Kapasite dışı olsaydı onu bilemeyecektim. Bir konuda neyin doğru olduğunu biliyor, ne yapmamız gerektiğini kavrıyorsak, bu o şeyi yapmaya gücümüz yettiği içindir.

Belden aşağısı olmayan parçalanmış çocuğunu elinde tutarak göğe doğru haykıran o Suriyeli babayı gördüğümüzde, Esed’e nefret duymak insani bir durumdur. “Dünyada kötülük var, oluyor işte böyle şeyler ne yapacaksın” demek asgari sınırın altına düşüp hayvanlaştığımız noktadır. Ama nefret naklen kafa kesmeye, başka masumları katletmeye varıyorsa, orası da insanın bittiği aynı noktaya denk gelecektir.

Çocuğunu öldürdükleri için “Müslüman”lardan nefret eden Hindu’ya Gandi’nin verdiği öğüdü hatırlayalım:

“Git, babasını “Hinduların” öldürdüğü bir Müslüman yetim çocuk bul. Evlat edin ve onu iyi bir Müslüman olarak yetiştir.”

İşte size bir çelişkiyi gidermenin en insanca yolu, insani bir seçim.

Çelişkiler bizim düşmanımız değil, bu hayatın bir kanunudur. Sebebi, benim itikadımca, mükemmelliğin kaynağını insanların reddedişinde yatıyor. Öyle olmasaydı bile, yaşadığımız durum budur ve dünya hangi sebepten ötürü çelişkili olursa olsun, böyle olmasaydı bizler insanlaşamayacaktık. Doğru ile yanlışın arasındaki fark hiç oluşmayacaktı ve varlığımız amaçsızlık nebulasında sönüp gidecekti.

Nefret yeryüzünden hiç silinmeyecek. Şer de öyle… Ama bu insanların onlarla mücadele etme sorumluluğunu ortadan kaldırmayacak. Dünyanın bu halinden daha iyi bir yer olabileceği gerçeğini de…

Hasılı, nefret duygusu bir raddeye kadar anlaşılabilir. Hani “Öfkenizin üzerine güneş batmasın” diye bir söz var ya, işte oraya kadar!

#müslüman
#nefret
#toplum
#markar esayanın yazıları
9 yıl önce
Nefret…
“Mir"at-ı Muhammedden Allah görünür dâim”“Gönlümün Sultanı”
Mahzun mücahit
Aklın kalbi
Hayâ perdesi
Ne olacak bu anne babaların hali?