Kendisine kuşku ile bakma yetisini kaybeden ve tüm dünyayı tek bir hakikate göre düzenlemek isteyen (A)kıl, onu donuklaştırma konusunda epeyce başarılı oldu. Bugün dünyanın en ücra köşelerindeki eşsiz kültürler gittikçe daha hızlı bir şekilde ABD’nin kötü kopyalarına dönüşmekteler; hatta IŞİD için bile bunu söylemek mümkün.
Bu arada en parlak ürünü olduğunu iddia ettiği demokrasi konusunda, Batı, Mısır’daki darbeye ve Suriye’deki soykırıma seyirci kalarak değerler aşınmasındaki kritik destek noktasını aşağıya doğru kırdı. Batı’da bu gidişata yönelik ciddi bir eleştiri var ve ümit verici olan da bu... Doğu gibi, Batı da yekpare değil.
İşte, aydının tarihsel serencamı da bu yükseliş ve düşüş sürecine uygun gelişti. Ne Ortaçağ, ne Kilise, ne de manastırlar bizlere anlattıkları gibi kötücül/karanlık değildi ama, neyse, sonuçta insanın değeri ve insan aklına getirilen yeni yorumla aslında bir İtalyan prensine dönüşen papaların önüne set çekildi vs.
Bu süreçte aydınlanma döneminin o ünlü “salon”larında aristokratların korumasına alınan züğürt aydınların epeyce rolü oldu.
Züğürt aydının sanat, bilim, icat, devrim vs. yapabilmesi için bir kralın/feodal beyin korumasına girmesi gerekiyordu. Mesela Leibniz’in ezikliğinin nedeni hamisi olan prensin iflas etmesi ve o korkunç rakibi Newton’un arkasındaki kurumun gücüydü.
Bu aydın tipi dün “Güneş doğdu 27 Mayıs sabahı” diyebilir, bugün “Bu toplum iç savaşın kanlı cehenneminden geçmeli” diye yazarken aydın olarak anılabiliyor. Çıtayı çok düşürene ise Harvard Ödülü üzerinden itibar nakli yapılıyor.
Oysa şimdi, bilgi tekelinin kırılması ve enformasyon devrimi ile toplum mühendisliği (faşizm) üreten aydın tipine ihtiyaç kalmadı. Artık, halktan öğrenen, halkın taleplerini doğru tercüme ederek siyaset-taban ilişkisinde bağlantı kayışı rolü oynayacak, halk iradesine dayalı demokrasi projeleri üzerinde üretim yapacak bir tür “asistan aydın” dönemine giriyoruz. (Mehmet Uçum’dan ödünçle.)