|
Ceylan...

Kimin umurundadır dağlardaki ceylanlar?

Galiba kalbi titreyen, merhamet dolu, vicdanı canlı, duyguları diri, gözü açık, şuuru uyanık, güzelden ve güzellikten anlayan, göze bakmasını bilen insanların.

Birde avcıların…

Elinden öldürmekten başka bir şey gelmeyen avcıların.

Gözünü kırmadan, yüreğini sızlatmadan öldürenlerin…

Geçen gün bir Ceylan öldü, öldürüldü.

Fakat bu Ceylan bir hayvanın adı değil, bir insanın adıdır.

Bir insan daha öldü, bir Ceylan daha öldürüldü.

12 yaşındaki Ceylan Lice''de koyun otlatırken öldü, öldürüldü.

Havan mermisiyle parçalandı küçük bedeni.

İnsan yerine konulup ölümü doğru dürüst araştırılmadı.

Haberlere göre savcı bile vaktinde olay yerine gitmedi.

Olay yerini bir imam kaydetmiş.

Karakolun kapısında “şipşak otopsi” yapılmış.

Devlet nerede derseniz, Ceylan''a sahip çıkacak yerde değilmiş.

Devlet, ağırdan almayı, susmayı ve susturmayı tercih etmiş…

“Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk

Gece trenlerine binme kaybolursun Sokaklarda mızıka çalma çocuk vurulursun…” diyordu Attila İlhan.

Sözün alanı gittikçe daralıyor.

Öldüren susuyor, ölümü seyreden susuyor.

Bir ölü çocuk, bir de şairler konuşuyor.

Bir annenin, Saliha hanımın feryadı yükseliyor acı acı;

“Ceylan''ımın kime zararı vardı? Sadece hayvanları otlatıyordu. Paramparça oldu. Neden çocuğum durduk yere öldürülüyor? Ben kime hesap soracağım?” diyor.

Ceylan''ın kardeşi Rıfat da anlamıyor olup biteni:

“Savcı ve doktor ''can güvenliğimiz yok'' gerekçesiyle köye gelmemişler. Bizim değerimiz yok mu?”

Derin sessizliği bozmak için yine bir şaire, Sezai Karakoç''a sığınıyorum;

“Anne ölünce çocuk

Bahçenin en yalnız köşesinde

Elinde bir siyah çubuk

Ağzında küçük bir leke

Çocuk öldü mü güneş

Simsiyah görünür gözüne

Elinde bir ip nereye

Bilmez bağlayacağını anne

Kaçar herkesten

Durmaz bir yerde

Anne ölünce çocuk

Çocuk ölünce anne”

Ceylan nerede öldü?

Kırda mı, kırsalda mı, mezrada mı, nerede?

Devlete göre Ceylan''ın yaşadığı ve öldüğü yer “teröre müzahir” alanmış.

Annesi onu nasıl buldu?

Parça parça..

Peki eteğine toplayabildi mi bütün parçalarını?

Meçhul…

Ceylan öldü, geride parçalanmış hayatlar, tarumar olmuş vicdanlar ve susmayı tercih eden büyük adamlar kaldı…

Bazılarımız erken tanışır acıyla.

Ankara''nın duvarlarını aşamıyor bu toplumun acıları.

Ceylan''ın ölümü, öldürülmesi de acı eşiği yüksek Ankara''ya ulaşmadı.

Onların canını yakmadı, vicdanlarını sızlatmadı, gözlerini yaşartmadı.

Acıdan nasibi olmayanlar, acımasızlığı öğreniyorlar evvela.

Onlar acıyı unutunca, gittikçe acımasızlaştılar ve kalpleri de katılaştı…

Acıdan nasibini alamayanlar, önce kalplerini yitiriyorlar, sonra da sözleri, davranışları değişiyor. En son yüzleri kirleniyor.

Ankara''nın, Ankara''dakilerin yüzüne dikkat kesilmenin vaktidir şimdi…

Yüzü olanlarla yüzünü kirletenleri ayrıştırmanın vakti…

Bizimkiler neden çocuklardan hoşlanmazlar, neden çocukları sevmezler de, seviyor gibi yaparlar?

Neden çocukların ölümleri, hatta öldürülmeleri onları pek ilgilendirmez?

Zaten o çocukların nasıl yaşadığı da ilgilendirmemişti onları.

Çocuktan anlamayanlar, hayattan ne anlarlar ki!..

Sözü bir kere daha şaire, bu sefer “Çocuk” diyen Necip Fazıl''a bırakıyorum;

“Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;

Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...

Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;

Karıncaya göz atsa "niçin, nasıl?" ve hayret...

Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;

Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür.

Allah diyor ki:"Geçti gazabımı rahmetim!"

Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...

Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!

Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!

İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;

Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...”

Ey, öldürmeye gücü yetenler;

Ey, yüzü kirlenenler;

Ne kadar korkarsanız korun, ölüm bir gün sizin de kapınızı çalacık. Siz de tadacaksınız ölümü.

Ne yaşarken ne de ölürken, o küçük kızın, Ceylan''ın gözleri üzerinizde olacak.

Yakanızdan tutacak ve yerin sarsılması gibi sarsılacaksınız.

Utançtan, korkudan çaresizlikten, yer yarılsa da içine girsek diyeceksiniz.

Sizi küçük bir çocuk mahvedecek.

Kabusunuz olacak.

Hesabını veremediğiniz, vermediğiniz her olay ansızın dikilecek karşınıza…

Uykunuz kaçacak…

İster mecliste, ister kışlada, ister mezrada, isterse büyük kentlerde yaşayan sizler, bizler, hesap sorup hesap vermediğimiz sürece daha çok utanacak ve daha çok susacağız…

Küçük bir çocuğun ölümünü izah edemeyen devlet...

Küçük bir çocuğun ölümüne anlam veremeyen halk…

Hala suskunuz…

Fakat sükunetin suskunluğu değil bu…

“Ceylan atılan bir havan topu mermisi ile parçalandı” iddialarına, Generaller ancak dört gün sonra; olayın meydan geldiği saatte askerin atış yapmadığını, olayı savcıların araştırdığını söylüyorlar.

Kimse bu ölümün acısını duymuyor.

Kimse hesap sormuyor.

Kimsenin vicdanı kanamıyor.

Ceylan;

Küçük bir kız çocuğuydu. Bakışları bir ceylan kadar ürkekti…

Küçük adamların küçük gazetelerini de susturdu Ceylan''ın ölümü.

Görevlerinin başında bir kere daha sustular, sorgulamadılar, olup biteni karartmayı tercih ettiler.

Ceylan''ın sorgulayan yüzü, ürkek ürkek bakan gözleri hafızamda.

Son söz söylemek ne mümkün?

Bu sefer yardıma, “Haksızlık karşısında susmayan” yazarı, Ahmet Altan''ı çağırıyorum, ilk söz yerine geçsin diye;

1 Ekim Perşembe günü Taraf''ta sordu Altan;

SUSACAK MISINIZ?

Bazen tek bir olay, bütün bir ülkeyi anlatır.

Şu Ceylan''ın korkunç hikâyesine bakın,

Türkiye''yi göreceksiniz.

Bu ülke, bir roketle bir kız çocuğunun paramparça edilebildiği bir ülke.

Bir sosyal demokrat, bir siyasetçi, bir insan olan Deniz Baykal, “Kürt açılımının içi boş, doldursunlar konuşalım” diyordu.

Ceylan''ı vuran roket o “açılımın” içini dolduramıyorsa hiçbir şey dolduramaz.

Açılım denilen şey bu işte Deniz Bey.

“Anne, bana makarna pişirsene” dedikten sonra evinden çıkan kızın bir roketle parçalanmaması.

Bu kadar basit işte.

O kızın ölmemesi açılım.

Buna karşı mısınız?

Bunun içini boş mu buluyorsunuz?

Aslında bu soruları Baykal''la Bahçeli''ye Başbakan Erdoğan''ın sorması gerekiyordu.

Onun cesareti yetmediği için sormak bize düşüyor.

Başbakan, o roketin bir askeri birlikten atıldığının ortaya çıkmasından çekindiği için olacak ağzını bile açmıyor.

Gazze''de ölen çocuklara Türkiye''den sahip çıkmak kolay.

Türkiye''de ölen çocuklara Türkiye''den sahip çıkın siz.

Nedir bu sessizliğiniz?

Kürsü kürsü dolaşıp bağıran Erdoğanlara, Baykallara, Bahçelilere ne oldu?

Zor, değil mi bir çocuğu askerler vurunca konuşmak?

“Dağa çıkarım” diye bağırıyordu Bahçeli, o kadar yüreği varsa dağa çıkmasına gerek yok, siyasetçiliğini yaptığı ülkede vurulan çocuğun hesabını sorabilsin yeter.

Bağırmak ne kolay Devlet Bey, bağırmak ne kolay.

Bak senin memleketinin bir köşesinde bir çocuğu vurdular.

Sesini çıkarmak bir yana yüzünü bile gösteremiyorsun.

Bir çocuğa bile sahip çıkamıyorsun, dağa çıkıp ne yapacaksın?

Susuyorlar.

Ceylanın vurulması bize Türkiye''deki siyaseti, siyasetçileri gösteriyor işte.

Susan sadece onlar mı?

Neredeyse bütün Türkiye susuyor.

Şu medyaya bakın.

Bu nasıl bir bıçak kesmez sessizlik Allahım.

Bir gazete neye yarar vurulan bir çocuğun hesabını soramazsa?

Onca kâğıda, mürekkebe, emeğe yazık.

Bir kız çocuğunun bir roketle vurulup parçalandığı, devletin ortadan yok olduğu, savcının köye gitmediği, doktorun karakol bahçesinde otopsi yaptığı bir ülkede yaşıyorsunuz.

Bunlardan hiç mi biri size tuhaf gelmiyor?

Hiç mi birinde haber değeri bulmuyorsunuz?

Bu medya iki grupmuş da, birisi muhalifmiş de, öbürü başbakanı tutarmış da, muhalif olan demokrasi mücahidiymiş de...

Bunlar iki grup falan değil.

Bunlar tek grup.

Öyle ortak bir sessizlikleri var ki...

Hele o muhalif geçinenler...

Ne oldu muhalefetinize?

Bu hükümetin iktidarında bir çocuk vuruldu, niye hükümete hesap sormuyorsunuz, niye muhalefet yapmıyorsunuz?

Hükümet “iyi bir şey” yaptığında muhalefet etmek için yerlerde yuvarlanıyorsunuz, muhalefet edecekseniz hükümetin bu “sessizliğine” muhalefet etsenize.

Olmuyor değil mi?

Roketi atan asker olunca sizin o muhalif dilleriniz tutuluveriyor.

Ceylan''ın annesi, “Kızımın parçalarını etekliğimde taşıdım” diyor.

Hiç mi içiniz acımıyor sizin?

Hiç mi vicdanınız yok?

Bu sessizlikten hiç mi utanmazsınız?

Yarın bir gün çocuğunuz çıkıp gelse de, “Bir küçük çocuğu vurmuşlar, sen neden yazmadın” dese, ne diyeceksiniz?

Çocuğunuzdan da mı utanmıyorsunuz?

Hadi vicdanınızdan, utanmanızdan vazgeçtik, gazetecilik merakınız da mı yok?

Üç askeri karakolun ortasındaki bir köyde bir küçük kız nasıl bir mermiyle parçalandı, merak etmiyor musunuz?

Her konuda birbirinizden farklıyken bir küçük kız vurulduğunda ortaklaşa sessiz kalmayı size kim öğretti?

“Anne bana makarna pişirsene” dedikten sonra bir kız paramparça oldu.

İstediğiniz kadar susun.

O ölü kızın çığlığı sizin sessizliğinizden büyük.

Siz sustukça o bağıracak.

Siz sustukça o bağıracak.

Ta ki siz de bağırana kadar.

15 yıl önce
Ceylan...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi