|
Casus cenneti

Ülkemizin yalnızca tatil cenneti değil, aynı zamanda casus cenneti olduğu, bir dönem şehir efsanesi gibi yayılmış, duymayan kalmamıştı.

Amerikan, Rus, İngiliz, Fransız, Alman, İsrail, İran ajanları cirit atıyordu da havada çarpışıyorlardı.

Peki, bizim istihbarat teşkilatımız ne yapıyordu?

Herhalde yapacak birşeyler bulmuşlardır.

‘Siayey’ ile o kadar sıkı fıkı ilişki kurulmuştu ki, bizimkilerin ciddi bir kısmı oradan maaş almaktaydı.

Dost ve müttefik olmanın gereği fazla abartılmış haldeydi.

Onlar sadece para veriyor, bizimkiler sadece bilgi veriyordu.

Türkiye’de tatil yapar gibi faaliyet gösteren ajanların, yukarıda saydığımız ülkelerle sınırlı olmadığını tahmin etmek zor olmaz.

Mısır’ı, Çin’i, Suriye’yi ve başka ülkeleri de rahatlıkla dâhil edebiliriz.

Belki o ajanlardan bazılarıyla karşılaşmış, farkında olmadan aynı yerde yemek yemiş, çay içmiş, yolculuk yapmış olabiliriz.

Biz sıradan insanlar, onların gerçek kimliğini nereden bilebiliriz ki?

*

Köprülerin altından çok sular aktı.

Zaman değişti, devir değişti.

İstihbarat teşkilatının yapısı da değişti.

Adına yaraşır şekilde “Millî bir teşkilat” olma yolunda ciddi ilerleme kaydedildi.

Bu durumdan büyük rahatsızlık duyanlara rastladık.

Şükürler olsun, açıkça beyan etmekte beis görmediler.

Düşmanın gizli olanı daha tehlikelidir de o yüzden şükretmek gerektiğini düşündüm.

Duydukları rahatsızlığı aleni şekilde dile getirdiler; intizar edenler bile çıktı.

“Hani yani” deyip örnek verme yaygınlaştı ya son zamanlarda.

Biz de öyle yapalım ve şöyle söyleyelim:

“Bu galbimin sevinci senin yadigârındır

Yuhumu gaçıran da senin intizarındır...”

Lakin şunu da bilmek gerek:

İntizar sahiplerinin uykusu daha fazla kaçıyor.

*

Casus gönderen ülkeleri sayarken Suriye’yi de saymıştık.

Rastgele bir zikretme sanılmasın.

Suriye bize karşı her dönem temkinli davranmış, bazen de ölçüsünü artırmıştır; bunu bilmek gerek.

Mesela son günlerde buradan heyetler gitti Beşar Esed’in yanına.

Kimler vardı o gidenler arasında?

Tek tek isimlerini saymak istemiyorum.

Orada yapılan açıklamalara da hiç değinmek istemiyorum.

Sözün gerisini anlayış sahiplerinin basiretine bırakıyorum.

Andığımız Azeri türküsünün bir de nakarat kısmı var.

Diyor ki: İnsaf da yahşi şeydir.

O UÇAKLARI SAKSI YAPALIM

Sık sık F-4 uçaklarının düşmesi çok fazla can sıkıcı.

Şehit olan pilotlarımıza rahmet dilemekten, silah arkadaşları ve ailelerine başsağlığı dilemekten yorulduk.

Şehitlik mertebesinin güzelliğini, ulviliğini benden iyi bilirsiniz, uzun uzun anlatamam.

Fakat artık o uçaklardan vazgeçmenin zamanı gelmedi mi?

Bırakalım, emekliye ayıralım, içlerinde çiçek yetiştirelim.

Bu noktadan sonra işin içinde bir bit yeniği varmış gibi gelmesi kaçınılmaz.

Niye pilotların bir tanesi bile atlama koltuğunu kullanamadı?

Niye hiç biri kurtulamadı?

Art arda düşen uçaklar, Aselsan mühendislerinin ölümlerini hatırlatıyor nedense.

Sanki bir dış müdahale sözkonusu gibi.

SİLAHLARA VEDA

Terör örgütü, Öcalan’ın çağrısına uyarsa silahları bırakacak.

Tamam da, sonra ne olacak o silahlar?

Bırakılan yerde mi duracak? Birileri gelip alacak mı? Satın aldıkları yere iade mi edilecek? Hibe edilenler varsa iade yoluna mı gidilecek?

Silahlar bırakılınca mermilerin durumu ne olacak? Hatıra olarak saklamak isteyen çıkarsa ne yapılacak?

Akla takılıyor işte böyle tuhaf sorular...

#Amerikan
#İran ajanları
#Suriye
9 yıl önce
Casus cenneti
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı