|
Her şeyin başladığı yer: Çanakkale
Kınalı Ali’nin hikâyesini bilir misiniz?

“Üsteğmen sorar:

-Adın ne senin evladım?

-Ali...

-Nerelisin?

-Tokat Zileliyim.

-Peki evladım bu kafanın hali ne?

-Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım.

O günden sonra Ali’nin adı “Kınalı Ali” kalır. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Bir gün Ali ailesine mektup yazmak ister. Okuma yazması da yoktur, arkadaşlarından yardım ister; hep beraber başlarlar yazmaya. Ali söyler, arkadaşları yazar: “Sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak etmeyin...” Mektup biterken aklına gelir ve en sona şöyle yazdırır: “Anacığım kafama kına yaktın; burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler. Sakın kardeşim Ahmet’e de yakma, onunla da dalga geçmesinler. Ellerinden öptüm.”

Aradan zaman geçer. İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu’ya yüklenmektedir. Bu cepheyi savunanlar ve giden takviyeler şehit düşer. Gelibolu düşmek üzeredir.

Kınalı Ali’nin komutanı yerinde duramaz haldedir. Zira kendisinin bölüğü yeni olduğu için henüz sıcak temasa hazır değildir. Komutanların düşünceli halini gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları yalvar yakar cepheye gitmek istediklerini söylerler. Ve komutanları onları çaresiz ölüme gönderir.

Elbette Kınalı Ali’nin bölüğünden giden kimse geri dönmemiştir. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali’nin anasına yazdığı mektuba cevap gelir. Komutanlar açar ve okur. Babası anlatıyordur Ali’nin: “Oğlum Ali nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim selam ederim. Öküzü sattık paranın yarısını sana, yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da siz sakın bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin…” Mektubun sonunda şöyle der: “Ali, ananın da sana diyeceği bir şey var: Oğlum Ali, yazmışsın ki ‘Kafamdaki kınayla dalga geçtiler.’ ‘Kardeşime de yakma’ demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle, seninle dalga geçmesinler. Biz de üç şeye kına yakarlar: Gelinlik kıza; gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye... Kurbanlık koça; Allah’a kurban olsun diye... Askere giden yiğitlerimize; vatana kurban olsunlar diye... Gözlerinden öper selam ederim. ALLAH’a emanet olun.”

Mektubun aslı Çanakkale Müzesi’nde sergilenmektedir.

***

Tarihin en önemli savaşlarından birinin yaşandığı Gelibolu Cephesi, Türkiye’nin geleceği için en belirleyici olan cephelerden biriydi. İtilaf Devletleri, Çanakkale’yi geçerek İstanbul’u alacaklardı, başkent Rus İmparatorluğu’na söz verilmişti bile. Bu yüzden Çanakkale, herhangi bir cephe değildi, bir ölüm kalım mücadelesiydi bir ulus için. Çanakkale’de İtilaf Devletleri’ne geçit verilmemiş ama savaş kaybedilmişti.

Lakin Çanakkale, İtilaf Devletleri ve İttifak Devletleri’nin savaşında bir cephe değil, aynı zamanda Alilerin, Ahmetlerin, Mehmetlerin de hikâyesiydi. Ve aynı zamanda Johnny’lerin… Savaş başladığında İngiliz Sömürgesi olan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar, Gelibolu’yu aşamamış ama orada birer ulus olmuşlardır. Kınalı Ali’nin hikâyesi gibi binlerce hikâyesi var orada savaşan Johnny’lerin de. Yüz binlerce Ahmet, Mehmet ve Johnny orada yan yana yatmaktadır.

Bu yüzden her yıl 25 Nisan’da ANZAK günü için Çanakkale’ye gelen Avustralyalılar büyük bir saygıyla karşılanır. Bir zamanlar, tarihin en korkunç savaşlarından birinde karşı karşıya savaşılmıştır ancak o günler geçip gitmiştir, bundan sonra düşmanlık beslemenin bir faydası, bir gereği yoktur.

Bu yüzden 1915’in 100. yıldönümünde 100’den fazla dünya liderinin Türkiye tarafından Çanakkale’ye davet edilmesi, ‘onlara karşı biz’in zaferinin değil, her ulustan yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği gerçeğinin altının çizilmesi ve böyle bir kanlı savaşın bir daha asla yaşanmaması için bir çağrıda bulunma, bugün bu topraklarda değil ama bu coğrafyada akan kanın durdurulması yönünde bir adım atılması adına çok kıymetlidir.

Öte yandan, Çanakkale’deki yüzüncü yıl anmasının her zamanki gibi 18 Mart’ta değil, ya da Anzakların anma günü olan 25 Nisan’da da değil, Ermeniler için sembolik olan 24 Nisan’da yapılmasının planlanması sembolik olarak kıymetli bir jesttir. İçinde yapılması söylenmesi kadar kolay olmayan bir fedakârlığı da barındırır.

Çanakkale Savaşı’ndan bahseden yazarlar, çizerler Ermeni Tehciri’nden pek bahsetmez, Ermeni Tehciri’nden bahsedenler de Çanakkale Savaşı’ndan… Oysa ikisi arasında önemli bir bağ vardır. Örneğin Taner Akçam yaşananların Sarıkamış Faciası’nın ardından ve Gelibolu Savaşı ile aynı dönemde yaşanmasının bir rastlantı olmadığının, Çanakkale’de uçurumun kenarında duran ve aslında varoluş mücadelesi veren bir ulusun altını çizer.

Taner Akçam’dan Donald Bloxham’a, Ronald Suny’e, 1915’i bir soykırım olarak gören pek çok tarihçi dahi, dönemin yazışmalarından örnekler sunarak “Sarıkamış yaşanmasaydı veya İngiliz ve Fransız Donanmaları Çanakkale’yi geçmeye çalışmasaydı, köşeye sıkışmış İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Ermeni Tehciri’ni başlatıp başlatmayacağını" sormaktadır.

İttihat ve Terakki’nin savaşın başından sonuna inanılmaz derecede hataları var ama bunu sormak, bunu konuşmak ve anlamaya çalışmak olanlara bahane aramak değildir. Tarihi tüm yönleriyle araştırmak ve anlamak, bir kelimeye sıkışmaktan daha önemlidir ve yüz yıllık kavganın bitmesi için bir başlangıç demektir. Tam da bu yüzden, 24 Nisan 2015 günü, her şeyin başladığı yerde, Çanakkale’de buluşmak, kişiler için küçük ama insanlık için büyük bir adım olabilir.

#çanakkale savaşı
#kınalı ali
#birinci dünya savaşı
9 yıl önce
Her şeyin başladığı yer: Çanakkale
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’