Bu yüzden 1915’in 100. yıldönümünde 100’den fazla dünya liderinin Türkiye tarafından Çanakkale’ye davet edilmesi, ‘onlara karşı biz’in zaferinin değil, her ulustan yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği gerçeğinin altının çizilmesi ve böyle bir kanlı savaşın bir daha asla yaşanmaması için bir çağrıda bulunma, bugün bu topraklarda değil ama bu coğrafyada akan kanın durdurulması yönünde bir adım atılması adına çok kıymetlidir.
Öte yandan, Çanakkale’deki yüzüncü yıl anmasının her zamanki gibi 18 Mart’ta değil, ya da Anzakların anma günü olan 25 Nisan’da da değil, Ermeniler için sembolik olan 24 Nisan’da yapılmasının planlanması sembolik olarak kıymetli bir jesttir. İçinde yapılması söylenmesi kadar kolay olmayan bir fedakârlığı da barındırır.
Çanakkale Savaşı’ndan bahseden yazarlar, çizerler Ermeni Tehciri’nden pek bahsetmez, Ermeni Tehciri’nden bahsedenler de Çanakkale Savaşı’ndan… Oysa ikisi arasında önemli bir bağ vardır. Örneğin Taner Akçam yaşananların Sarıkamış Faciası’nın ardından ve Gelibolu Savaşı ile aynı dönemde yaşanmasının bir rastlantı olmadığının, Çanakkale’de uçurumun kenarında duran ve aslında varoluş mücadelesi veren bir ulusun altını çizer.
Taner Akçam’dan Donald Bloxham’a, Ronald Suny’e, 1915’i bir soykırım olarak gören pek çok tarihçi dahi, dönemin yazışmalarından örnekler sunarak “Sarıkamış yaşanmasaydı veya İngiliz ve Fransız Donanmaları Çanakkale’yi geçmeye çalışmasaydı, köşeye sıkışmış İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Ermeni Tehciri’ni başlatıp başlatmayacağını" sormaktadır.
İttihat ve Terakki’nin savaşın başından sonuna inanılmaz derecede hataları var ama bunu sormak, bunu konuşmak ve anlamaya çalışmak olanlara bahane aramak değildir. Tarihi tüm yönleriyle araştırmak ve anlamak, bir kelimeye sıkışmaktan daha önemlidir ve yüz yıllık kavganın bitmesi için bir başlangıç demektir. Tam da bu yüzden, 24 Nisan 2015 günü, her şeyin başladığı yerde, Çanakkale’de buluşmak, kişiler için küçük ama insanlık için büyük bir adım olabilir.