|
Kapanmayan parantez
Kafkasya'dan Afrika'ya, Arabistan'dan, Asya'dan Balkan'lara Türkiye'ye karşı gönlünde büyük bir sevgi, tarifi zor bir özlem barındıranların ağızlarından düşmeyen bir Osmanlı Sultanı var: Hakkında kitaplar yazıp belgeseller çektikleri, Türklerle yaptıkları sohbetlerde adını geçirmeden edemedikleri, gözleri buğulanarak ismini andıkları Sultan Abdülhamid. Tahttan indirilmesinin, çok değil, beş yıl ardından çıkan 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti'nin parçalanmasıyla, 100 yıldır hem yaşadıkları topraklarda hem de iç dünyalarında dolduramadıkları o boşluğun, ilk olarak Abdülhamid'in ardından açıldığını bilmekten belki de, ona ayrı bir muhabbet beslerler.

Amcası Abdülaziz'in tahttan indirilişi ve şüpheli ölümü, ağabeyi Beşinci Murat'ın tahta çıkmasının ardından üç ay içinde benzer şekilde akli dengesini yitirdiği iddia edilerek Çırağan Sarayı'na hapsedilmesinin sonrasında padişah olan İkinci Abdülhamid, benzer saldırılara ilk günden itibaren maruz kalmış ama 33 yıl direnmeyi başarabilmişti. Ondaki direnme gücü, ondan sonra bir gün dahi huzur bulamayan bu coğrafyanın insanlarının hala saygıyla ve hasretle andığı bir özellik. Hatta onu özleyenlerin yapay demokrasi söylemlerinden pek de hazzetmiyor olması da, o günden bugüne bu diyarda yapılanların hiçbirinin demokrasi gibi insan hakları gibi işlerle zerre kadar alakasının olmamasından kaynaklanıyor.

Necip Fazıl şöyle diyordu: “Meşrutiyet, bir takim fikirsiz Makedonya kabadayılarının ruhuna gem takmış ve kör hamlelerini istismara yol bulmuş teşkilâtlı Yahudilik, Masonluk ve Dönmeliğin eseridir!” Malumunuz bugün böyle bir cümle kurduğunuzda antisemitist, komplo teorisyeni ve antidemokrat olmakla yaftalanıyorsunuz. Ama gerçekten de öyledir; bir devrin kapanmasının ve gücün tamamen Batılı belli bir zümrenin ve onların yaverlerinin kontrolüne geçmesinin ardında İsrail planı vardır, bu planı destekleyen bir elit vardır ve bu elitin kontrolüne seve seve giren bizim insanımız vardır.

Abdulhamit'i devirmek için var gücüyle çalışan ittihatçıların derdi hiçbir zaman demokrasi, insan hakları ve halk olmadı; onlar Batılı emperyal güçlerin Osmanlı'yı yıkma gayesinde birer kukla, birer aracı oldular sadece. Abdülhamid Han Kanuni Esasi'yi yani ilk Osmanlı Anayasası'nı ilan etmişti, Meclis-i Mebusan'ı yani ilk Meclisi açmıştı, Meşrutiyet ilan edilmişti. Ama amaç halka bir şey vermek değildi. Halk zaten Abdülhamit'i seviyordu. Amaç Osmanlı'yı devirmekti. Dolayısıyla yapılan hiçbir şey yeterli değildi.

Balkanlar'dan Arap diyarına tüm Osmanlı'ya desteklenen ve yaygınlaştırılan milliyetçilik ayaklanmalarının aynısı içeride Pantürkistler tarafından büyük bir hararetle yapılıyordu. Ne acıdır ki, 1. Dünya Savaşı'nın temelini hazırlamak için çiçeklendirilen nasyonalizm, çok da uzun zaman geçmeden faşizme doğru evrim geçirecek ve 2. Dünya Savaşı'nı çıkaracaktı. On milyonlarca insanın ölümüne neden olan dünya savaşlarından tutun atom bombasının icadına, hatta bugünkü nükleer politikalarından IŞİD gibi yapıların varlığına yaşanan her gelişme 100 yıl önce açılan bu parantezin açılması ve tarihin sürekliliği neticesinde hala kapanmamasıyla doğrudan bağlantılı.

Abdülhamid'i hasretle ananların bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı da benzer umutlarla sevmelerinin nedeni tam da bu. Abdülhamid'in geciktirdiği ama engel olamadığı bu hastalığı Erdoğan'ın bitireceğine inanıyorlar. 'Demokrasi' yazılı kâğıtları süngülerinin ucuna geçirmiş riyakâr katillerin şerrinden onları Erdoğan'ın kurtarabileceğini düşünüyorlar. Milliyetçi köpürtmelerle iç gıcıklayıp geri planda 'demokrat' enerji tiranlarıyla iş tutarak kendi diktatörlüklerini kuranların düzenini onun yıkabileceğini düşünüyorlar. 100 yıl önce içlerinde açılan ve kapanmayan boşluğu onun kapatabileceğini düşünüyorlar.

Hani çoğumuz son iki yıldır ayan beyan gördüğümüz ifadeler ve faaliyetler karşısında hayretler içinde 'Bir insan kendi ülkesini nasıl satar, nasıl peşkeş çeker' diye şaşırıyoruz ya, şaşırmayalım, böyleleri yüzünden bir imparatorluk yıkılmış, böyleleri yüzünden bu topraklar paramparça edilmiş, bir elit gücüne güç katmış.

Ve fakat kabahat sadece hainlerde değil elbette. Bir ülkeyi bir imparatorluğu devirdikleri gibi devirmeye çalışanlar, gecelerini gündüzlerine katarak çalışırken buna göz göre göre seyirci kalanların, başka menfaatler peşinde koşmak uğruna cepheyi terk edenlerin, birbirine düşenlerin suçu diğerlerinden hiç de az değil. Mazlumların Erdoğan'a duyduğu ihtiyacı, besledikleri umudu ve gösterdikleri sevgiyi kendilerine duyuluyor zannedip kendi iç çekişmeleri için sömürmeye çalışanların girdiği vebal de şüphesiz ki daha basit değil.
#Abdülhamid
#necip fazıl
#Cumhurbaşkanı Erdoğan
9 yıl önce
Kapanmayan parantez
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak