Erdoğan’ın çözüm süreci ile ilgili getirdiği eleştiriler ve devamında Bülent Arınç’ın çıkışı ile başlayan polemik gündemi çalkaladı. Erdoğan karşıtı çevreler “Görüyor musunuz, Erdoğan sürecine karşı” yoğunluğunda bir hamur pişirirken, Bülent Arınç ve Melih Gökçek polemiğiyle beraber mutfağı terk edip hızla “İşte beklenen son geldi. Ak Parti parçalanıyor,” heyecanına kendini bırakıverdi. Mevzunun başına dönersek, çözüm sürecinin mimarı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, neden İzleme Heyeti’ne karşı çıktı ve İmralı’nın meşruiyetini artırma adımı olarak gördüğünü söyledi? Neden 28 Şubat günü düzenlenen Dolmabahçe’deki toplantıyı doğru bulmadığını aktardı?
Herkesin güncele dair bir cevabı, bir yorumu var. Erdoğan’ın ifadelerinin anlık gelişmeler üzerine kurulmuş olduğuna pek ihtimal vermediğim için ben biraz geriye gitmek ve geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda yaşananları hatırlamak gerektiğini düşünüyorum.
Malumunuz Türkiye Cumhuriyeti, IŞİD’in Kobani’yi kuşatmasıyla beraber bölgeden kaçan herkese kapılarını açmış olmasına rağmen, her ne hikmetse “Kobani direnişine destek” bayrağı altında Türkiye sokakları da karıştırılmak istendi. Hiç şüphesiz, yakın siyasal tarihimizin en kritik dönemeçlerinden biriydi 6-7 Ekim olayları. 40 insanımız öldü. Öldürülmeleri IŞİD’i aratmayacak şekilde vahşiydi. Sokakların sahne olduğu eylemler tamamen yakıp yıkıp yok etme üzerine kuruluydu.
Demirtaş’ın bu olayların baş müsebbibi olarak görülmesine rağmen, yüreği ağzında olan biteni izleyenlere göre İmralı’nın da, Kandil’in de, siyasal parti kadar sorumluluğu vardı. Gezi kalkışmasından, 17-25 Aralık darbe girişiminden ve pek çok sabotaj girişiminden başarıyla çıkmış olan süreç, 6-7 Ekim’de büyük yara almıştı. Hatta çözüm sürecinin başlamasıyla beraber kafalarında ciddi ciddi “Bölünüyor muyuz yoksa?” gibi soru işaretleri olan Türk halkı, süreç bu testlerden geçtikçe hem sürece inanmış hem de eski Türkiye’nin reflekslerinden kurtulup barışın iyi olacağına kanaat getirmeye başlamıştı. Öyle ki, Gezi’de ve 17-25 Aralık’ta Batı’nın aldığı aşırı aktif pozisyon, “Bu Amerikalılar, İngilizler, Almanlar bu kadar çok rahatsız olduğuna göre, demek ki bu barış gerçekten iyi bir şeymiş, bizim hayrımızaymış” dedirtmişti. Barışın diğer uçtaki ısrarcısı Öcalan için, milliyetçiler içinde azımsanmayacak bir kesim “Sözünde durursa bravo diyeceğim” dahi demeye başlamıştı.
İşte Kobani’de ortaya çıkan o vahşet tablosu bu olumlu algıyı ciddi biçimde tahrip etti. Toplum için tablonun özeti, PKK dindar insanları, IŞİD'ci diye yaftalayıp vahşice öldürüyordu. 90’larda televizyon ekranlarında gördüğümüz “Terör örgütü PKK” antipropagandasını hatırlatan sahneleri örgüt sempatizanları kendi elleriyle servis etmişti.