|
Kobani’den önce, Kobani’den sonra...

Erdoğan’ın çözüm süreci ile ilgili getirdiği eleştiriler ve devamında Bülent Arınç’ın çıkışı ile başlayan polemik gündemi çalkaladı. Erdoğan karşıtı çevreler “Görüyor musunuz, Erdoğan sürecine karşı” yoğunluğunda bir hamur pişirirken, Bülent Arınç ve Melih Gökçek polemiğiyle beraber mutfağı terk edip hızla “İşte beklenen son geldi. Ak Parti parçalanıyor,” heyecanına kendini bırakıverdi. Mevzunun başına dönersek, çözüm sürecinin mimarı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, neden İzleme Heyeti’ne karşı çıktı ve İmralı’nın meşruiyetini artırma adımı olarak gördüğünü söyledi? Neden 28 Şubat günü düzenlenen Dolmabahçe’deki toplantıyı doğru bulmadığını aktardı?

Herkesin güncele dair bir cevabı, bir yorumu var. Erdoğan’ın ifadelerinin anlık gelişmeler üzerine kurulmuş olduğuna pek ihtimal vermediğim için ben biraz geriye gitmek ve geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda yaşananları hatırlamak gerektiğini düşünüyorum.

Malumunuz Türkiye Cumhuriyeti, IŞİD’in Kobani’yi kuşatmasıyla beraber bölgeden kaçan herkese kapılarını açmış olmasına rağmen, her ne hikmetse “Kobani direnişine destek” bayrağı altında Türkiye sokakları da karıştırılmak istendi. Hiç şüphesiz, yakın siyasal tarihimizin en kritik dönemeçlerinden biriydi 6-7 Ekim olayları. 40 insanımız öldü. Öldürülmeleri IŞİD’i aratmayacak şekilde vahşiydi. Sokakların sahne olduğu eylemler tamamen yakıp yıkıp yok etme üzerine kuruluydu.

Evet, her şey HDP’nin çağrısıyla başladı ancak ateşin harlandığı gün, yani 6 Ekim günü, İmralı’dan dönen Mehmet Öcalan’ın abisi Abdullah Öcalan’ın Kobani ile ilgili görüşlerini kamuoyuyla paylaşması, esas belirleyici olan faktördü. Demirtaş’ın ve diğer HDP yöneticilerinin o güne kadar yaptığı dayanışma çağrıları huzursuzluk çıkarmıştı çıkarmasına ama Mehmet Öcalan’ın Abdullah Öcalan’ın yeşil ışık yaktığı anlamına gelen yorumları, barışa inanmış herkesin kalbinde onarılmaz bir yara açan o korkunç vahşeti ateşledi.

Özellikle kurban eti dağıtırken kapana kıstırılarak katledilen gençlerin, Yasin Börü ve arkadaşlarının son nefeslerini verirken yaşadıkları, kimsenin aklından kolay kolay silinmeyecek bir hafıza oluşturdu: Bayram günü yardım dağıtan gençler, IŞİD destekçisi olmakla itham edilerek, Marksist-Leninist bir grubun destekçileri tarafından öldürülmüştü. IŞİD’in vahşeti ortadaydı, ancak 6-7 Ekim’in vahşeti de ortadaydı. Öcalan ortaya çıkan tablonun vehametini muhtemelen kendisi de öngörememiş olmalı ki, kısa bir süre içinde İmralı’dan “Durun” mesajı geldi ve olaylar durdu.

Demirtaş’ın bu olayların baş müsebbibi olarak görülmesine rağmen, yüreği ağzında olan biteni izleyenlere göre İmralı’nın da, Kandil’in de, siyasal parti kadar sorumluluğu vardı. Gezi kalkışmasından, 17-25 Aralık darbe girişiminden ve pek çok sabotaj girişiminden başarıyla çıkmış olan süreç, 6-7 Ekim’de büyük yara almıştı. Hatta çözüm sürecinin başlamasıyla beraber kafalarında ciddi ciddi “Bölünüyor muyuz yoksa?” gibi soru işaretleri olan Türk halkı, süreç bu testlerden geçtikçe hem sürece inanmış hem de eski Türkiye’nin reflekslerinden kurtulup barışın iyi olacağına kanaat getirmeye başlamıştı. Öyle ki, Gezi’de ve 17-25 Aralık’ta Batı’nın aldığı aşırı aktif pozisyon, “Bu Amerikalılar, İngilizler, Almanlar bu kadar çok rahatsız olduğuna göre, demek ki bu barış gerçekten iyi bir şeymiş, bizim hayrımızaymış” dedirtmişti. Barışın diğer uçtaki ısrarcısı Öcalan için, milliyetçiler içinde azımsanmayacak bir kesim “Sözünde durursa bravo diyeceğim” dahi demeye başlamıştı.

İşte Kobani’de ortaya çıkan o vahşet tablosu bu olumlu algıyı ciddi biçimde tahrip etti. Toplum için tablonun özeti, PKK dindar insanları, IŞİD'ci diye yaftalayıp vahşice öldürüyordu. 90’larda televizyon ekranlarında gördüğümüz “Terör örgütü PKK” antipropagandasını hatırlatan sahneleri örgüt sempatizanları kendi elleriyle servis etmişti.

Hal böyleyken, yani çözüm sürecini geçtiğimiz yıl içinde satın almış halkın yaşadığı hayal kırıklığı, sürece dair gelişmeleri uzunca bir süredir muhafazakar Türk kesimin heyecanla karşılamamasına, hatta omuz silkmesine neden oluyor. Daha ötesi, 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de verilen görüntü gibi tablolar, daha liberal bir bakışa sahip olanları memnun ediyor ama muhafazakarların homurdanmasına yol açıyor.

Haliyle tablo buyken, ve bir taraf hem suçlu hem güçlü bir şekilde, bir yandan taleplerinin ardı arkası kesilmez, öte yandan İç Güvenlik Paketi gibi bir daha Kobani gibi bir vahşetin yaşanmasına engel olacak yasaların çıkmasına mecliste oturma eylemi yapmak dahil her türlü şekilde karşı gelmişken, öteki tarafından da farklı bir fren mekanizmasına ihtiyacı gördüğü anlaşılıyor. Hükümet, çözüm sürecini karşı tarafın masasını devirmesine izin vermeden yürütmeye çalışırken, Erdoğan da masanın diğer ucunu dengeliyor. Medya ve aydınlar Türk halkını çok liberal, çok solcu sanıyor olabilir ama halkın muhafazakar, milliyetçi bir çoğunluğa sahip olduğunu unutarak Erdoğan’ın çözüm sürecini bu kez de çok sola yatmaktan koruduğunu görmeyi ıskalıyor. Özetle hükümetin icraatleri halkın bir kesimini memnun ederken, Erdoğan’ın fren kontrolleri de öteki kesiminin beklentilerini karşılıyor. Açıkçası olması gereken de bu, zira bir 6-7 Ekim daha yaşanmasına kimsenin tahammül gösterebileceğini zannetmiyorum.
#Kobani
#PKK
#HDP
#Çözüm süreci
9 yıl önce
Kobani’den önce, Kobani’den sonra...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi