17 Aralık 2010’da Tunus’ta Muhammed Buazizi adlı bir gencin pazar yerinde kendini yakması, Arap Baharı’nın görünen başlangıcı olarak tarihe yazıldı. O günden bugüne Arap coğrafyasında büyük kırılmaların yaşandığı belirli günler, ardından gelen günlerin kaderini belirledi. Libya’da Amerikan Konsolosluğu’na yapılan saldırı bunlardan biriydi, Arap Baharı’nın kaderini etkiledi. Mısır Darbesi de öyleydi, ve ABD’nin Suriye’deki ‘kimyasal silah’ kırmızı çizgisini İran’la nükleer müzakereler uğruna harcamayı seçip seyirci kaldığı Doğu Guta katliamı. Bu hafta Yemen’de İran tarafından desteklenen Husilerin devirdiği Cumhurbaşkanı Hadi’nin çağrısına yanıt veren Suudi Arabistan’ın Yemen’e askeri operasyon başlatması da kuşkusuz bu kırılma noktalarından biri olarak tarihe geçecek. Zira şu anda, herhalde İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa gördüğümüz bir durumla karşı karşıyayız: Afganistan’dan Libya’ya Orta Doğu’daki tüm ülkeler birbirleriyle en az bir askeri çatışmanın veya anlaşmazlığın içinde.
Bu girift tabloyu şema çizerek anlatmak daha kolay olabilir, bir iki yıl önce ‘Kim kimi destekliyor’ grafikleri üzerinden Suriye’deki durumu anlatmaya çalışırken yaptığımız gibi. O günlerde Türkiye, Suriye’de süregiden kaosa müdahale edilmezse tüm bölgenin ‘Lübnanizasyon-Lübnanlaşma’ tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını söylüyordu. Bugün bu acı öngörünün gerçekleştiğini ve Suriye’deki kaosun tüm coğrafyaya fiili olarak yayıldığını resmen görebiliyoruz. Vekaleten savaşların bitip askeri mücadelelerin kapıya yanaştığı günlere yaklaşmaktayız, konseptte din ve mezhep savaşları var. Çok uzun yıllardan beri bölgede bu denli büyük ölçekli Şii-Sünni savaşı tehlikesiyle karşı karşıya kalınmamıştı. Göz göre göre çanak tuttuğu, hatta yer yer kendi eliyle işlediği insanlığa karşı suçlar ve kör göze parmak mezhepçi tutumuyla İran, bu kapıyı uzun zamandır tekmelemekte ve kendi başına da belayı çağırmaktaydı. Nitekim Yemen’de İran’ın konsantrasyonunun bozulmasının da etkisiyle Suriyeli muhalifler geçen akşam İdlib’i ele geçirerek uzun bir zaman sonra eski günleri andıran büyük bir zafer kazanmayı başarabildi. Yani bugüne kadar İdlib cephesi, Halep cephesi diye başladığımız cümlelere, Yemen cephesi, Şam cephesi gibi dünya savaşlarında kullanılan ifadeler yerleştirmeye başlamamız an meselesi.
Şii mezhepçiliğine dayalı ayrımcılık ve başta Irak ve Suriye olmak üzere Sünni’lere karşı uygulanan zulüm, İran’ın bölgede hiçbir zaman toplamadığı kadar öfke çekmesine yol açtı. IŞİD bu öfkeden beslendi ve giderek vahşileşti, IŞİD’e destek veren örgütler bu öfkeyi merkeze koydu ve popülerleşti. Önceliğini IŞİD’e karşı mücadeleye veren Amerika liderliğindeki koalisyon bu öfkeyi görmezden geldi ve daha da alevlendirdi. Oysa bu tedirgin edici noktaya varmadan çok önce yanan ateş söndürülebilir ve etrafa sıçraması engellenebilirdi. Engellenmedi. Amerika, İran, Körfez ülkeleri ve İsrail, barış, demokrasi ve insanın onuru uğruna başlayan Arap Baharı’nı panikleyerek rayından çıkarmış olmasalardı bugün başka bir yerde duruyor olurduk. Darbe destekçiliği, Şii yayılmacılığı, Siyasal İslam düşmanlığı sonucu seçim sandıklarının üzerinde silahlarını koyanlar sayesinde, Kasım Süleymaniler’in, Ebu Bekir el Bağdadiler’in, Halifa Hafterler’in yanına bugün bir de kuvvet komutanları eklenecek. Ve vekaleten savaşların yerine artık sıcak savaşlar yerleşecek.