|
Kürt sorununda kaosa mı?

Son aylarda, IŞİD olgusunun Orta Doğu"da yükselişi, IŞİD"in önce Suriye ve Irak"ta Araplarla meskun bölgelere tasallutu, ardından Kürt bölgelerine yönelmesi, en son Kürtlerle meskun Kobani şehrini kuşatması bölgede gerilimi yükselttiği gibi Türkiye"ye de sirayet etmesine sebebiyet verdi.

2003"te Irak"ın işgali ile açığa çıkan süreç, Arap Baharı ve Suriye"de patlak veren iç savaşla hızlandı. Bu süreç, Sykes-Picot"tan sonra Orta Doğu coğrafyasının yeniden dizayn edilmesi, şekillendirilmesi projesi. Elbette her şeyi, "dış güçler"e hamletmek gibi bir kolaycılık içinde değiliz. Ancak, İki asra yakındır bu coğrafyadaki ecnebi elini, faktörünü göz ardı edemeyiz.

Bölgenin, bölgedeki siyasi sınırların ecnebilerce yeniden şekillendirilmesine ilişkin proje ve projelerin, softpower düzeyinde gerçekleşmesini beklemek de mümkün değil. Düvel-i Muazzamanın öteden beri, bu tür müdahaleleri çok sert ve kanlı bir şekilde icra ettiğini tecrübe ile biliyoruz. Bu def"a da, aslında Soğuk Savaş Dönemi"nin ardından birinci Körfez Savaşı ile başlayan bu süreç, Kürt sorununu bölgede başat sorun haline getirdi. Zaten, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinden beri var olan Kürt sorunu iyice ön plana çıkıp belirleyici konuma geldi.

Son bir asırdır, bölgenin Anadolu başta olmak üzere modern Ulus-Devlet yapılanmalarına teslim edilmesi ile, Kürtlerle meskun bölgeler, Kürdistan mıntıkası 4-5 ulus- devletin arasında pay edildi, kaldı. Bu da, son yüzyılda Kürtlerin inanılmaz acı ve trajedilere maruz kalmasına yol açtı. Türkiye"de 1925"ten itibaren, Şeyh Said Hadisesi ile birlikte Kürtler sürgün ve katliamlara, ağır baskılara maruz kaldı. Ayrıca, Kürtler, yoğun bir şekilde var olan Medrese ve Dergahlarıyla oldukça dindar bir topluluk olması hasebiyle, yeni rejimin/resmi ideolojinin iki katmanlı şekilde sopasına, husumet ve adavetine maruz bırakıldı. Irak ve Suriye"de ise Sosyalizm soslu Arap Nasyonalizmini esas alan askeri Baas Partisi rejimlerinin hakim olması ile fâcia ve felaketlerle karşı karşıya kaldılar. Suriye"de bir kısım Kürtlerin kimliklerinin toplatılıp, iade edilmeyip kimliksiz bırakılmaları; Irak"ta ise 1975 Cezayir Anlaşması akabinde Kürtlere sürekli göç, sürgün ve ağır katliamlar reva görüldü. Enfal ve Halepçe katliamları bunun zirve noktasını teşkil etti.

Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından oluşan yeni durumda Ulus-Devlet yapılanmalarının Batı başta olmak üzere cazibesini, üzerine oturduğu siyasal dinamiklerini kaybetmesi ile, yeniden yapılanma sorununun baş göstermesi söz konusu oldu. Bu süreçte Kürtler yeniden, Bâz bin Dostik ve Selahaddin Eyyubi dönemlerinde olduğu gibi yeniden tarih sahnesine çıkıyorlar. Ancak bu çıkış tabii seyrinden ziyade, uluslararası proje ve senaryolara eklemlenmiş bir şekilde cereyan ediyor. Uluslar arası kamuoyu her ne kadar Kürtlerin son asırda yaşadığı acı ve trajedileri sona erdiriyormuş gibi bir atmosfer oluştursa da, olaylar bu şekilde seyretmemektedir. Özellikle Suriye"deki olayların seyri IŞİD"ın çıkışı, Kürtlerin Suriye"den Türkiye ve Irak Kürdistan"ına göçe zorlanması, en son Kobani fâciası/kuşatması hadiseyi farklı bir aşamaya getirdi. Bir yandan bunlar olurken, diğer yandan başı çeken Kürt örgütlerinin Stalinist-Seküler yapıları, Kürtlerin tabii olarak dindarlığı ve bunun getirdiği farklılaşma Kürtler içinde de çatışmaları alevlendiren bir durum arz ediyor. Ayrıca, IŞİD içinde bir hayli Kürt militanın olması, Kobani"yi kuşatan IŞİD militanlarının büyük bölümünün, hatta komutanının Halepçeli bir Kürt olması sorunu daha da çetrefilli bir hale sokmaktadır.

IŞİD"ın, Hâricî/Vahhabi-Tekfirci bir zihniyete dayanmasına karşın, hiç hak etmediği halde İslami ve Sünni gösterilmesi, Seküler Kürt örgütlerinin bunun üzerinden İslam /Din karşıtı bir propaganda kampanyasına girişmeleri, son olaylarda, Kürdistan"da dindarlara ve dindarların dernek ve vakıflarını hedef almaları hadiseye, soruna kaosa dönüşme eğilimi kazandırmıştır.

Kobani"deki olayların, IŞİD"ın kuşatması karşısında çaresiz kalınmasının verdiği refleksin de etkisi ile olaylar çığırından çıkmış, gençler sokağa çıkmaya çağrılarak şiddete davetiye çıkarılmıştır. Sonuçta, birkaç yıldır, şöyle ya da böyle, sürdürülmeye çalışılan çözüm sürecinin sabote edilmesi hedef alınmıştır.

Bu soruna ilişkin olarak, köklü çözümlere başvurulup bir an evvel icraata konması esastır. Türkiye"de ve coğrafyamızda, Kürt sorununu, bölünmeye gitmeden, aynı siyasi şemsiye altında birlikte yaşamayı mümkün kılacak şekilde çözmeye matuf yeni bir anayasal yapılanma, anayasal güvence şarttır. Ayrıca, Kürt halkını toplumsal anlamda rencide edebilecek eski ulus-devlet refleks ve alışkanlıklarının terk edilmesi önemli bir adım olacaktır. Bu çerçevede, başta Suriye ve Irak "taki Kürtlere yönelik, "Kürt kardeşlerimiz" tabiri yerine "Kürt soydaşlarımız" ifadesinin kullanılması ciddi bir açılım olacaktır. Yanı sıra, Ana Dilde Eğitim/Öğretim meselesinin bir şekilde yoluna koyulması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu engelinin kaldırılması, var olan Kürt medreselerine yasal statü tanınması, Şâfiî Kürt kimliğinin Diyanet"te temsili gibi hususların gerçekleştirilmesi Türkiye açısından sorunun çözümünde büyük kapılar aralayacaktır.

Devam Edeceğiz.

10 yıl önce
Kürt sorununda kaosa mı?
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü