|
Son yüzyılda Kürtler ve coğrafyamızın geleceği-3

60"lı yıllardan itibaren, yükselen Marxist/ Sol Kürt örgütlerinin, Stalinist-totaliter bir yöntemle şiddeti ve farklılıklara/çoğulculuğa tahammül göstermeyen tekçi/tekelci bir anlayışı/yapıyı benimsemeleri, silahlı örgütlenme içinde olmaları; zaman içinde Kürt toplulukları/kitleleri üzerinde ideolojik bir tahakküm kurmalarına yol açtı.

Türkiye"de, 12 Eylül sonrasında, askeri idarenin sol örgütlenmeleri bahane ederek, örfi idare/sıkıyönetim marifetiyle, bölgede ağır baskılara, işkence vs. yöntemlere başvurması; 1982"de Cunta"yı teşkil eden Milli Güvenlik Konseyi"nde benimsenen bir konseptle, Apocular/PKK dışındaki örgüt/örgütlenmeleri acımasızca tasfiye edip, örgütü alternatifsiz/rakipsiz bırakması bunu daha da pekiştirdi.

Kürdistan"da bölge halkı, baskı ve işkence uygulayan kolluk kuvvetleri ile Stalinist yöntemlerle şiddeti ve ideolojik tahakkümü öngören silahlı örgütün arasında kalır. Dindar olup, Medrese ve Kâdiri-Nakşibendi/Hâlidî geleneği ile de bu karakteri pekişen bölge/Kürt insanı, bu kıskaçtan kurtulabilmenin yollarını arar. 80"li yıllarda bölgede, kitabevleri çevresinde kümelenip gençler arasında yaygınlık kazanan radikal/siyasal İslamcı gruplar, dindar halk kitleleri ile diyalog/temas zemini oluşturamadılar. Radikal/Siyasal İslamcı grupların, Müslüman Kardeşler hareketinden doğan marjinal/katı Selefi gruplara yakınlık göstermeleri; Hâricî/tekfirci saiklerle halkın dindarlığını dışlayıp ötelemeleri; ciddi bir diyalogun önünü tümüyle kesti. Diyalog zeminini imkansızlaştırdı. Kürdistan"da kitabevleri çevresinde kümelenen radikal/siyasal İslamcı gruplar; sözde "Tevhîdîlik" (katı Selefi/tekfirci) ve modern ideolojik söylemleri/sloganları ile dindar halk nezdinde yansıma/yankı bulamadı. Anılan gruplar bu yön ve yöntemleriyle bir umut odağı olamadıkları gibi, bölgedeki dindar gençliğin enerji ve dini potansiyelini, ideolojik selefilik temelli slogan ve ötekileştirmelerle tüketip bitirdi. 1990"lara geldiğinde ise, kitabevleri çevresindeki bu gruplaşmalar eriyerek tasfiye olma noktasına geldiler.

1970"li yıllardan beri siyasi olarak yakın buldukları MNP/ MSP çizgisine yakınlaşan dindar bölge halkı; radikal/siyasal İslamcı grupların acımasız ötekileştirmeleri karşısında, 80"li yılların sonlarında soluğu Refah Partisi"nde aldılar. 1991"de, Körfez Savaşı akabinde, eylemleriyle zirve yapan PKK"ya karşın; RP"ye olan destek de tavan yapar. Ancak, Refah Partisinin 20 Ekim 1991 Genel Seçimlerinde, Alparslan Türkeş"in MÇP"si ile seçim ittifakına girmiş olması, tüm bu dengeleri alt üst eder.

Bu ittifak ile bölge/Kürt halkına artık sığınılacak bir liman bırakılmaz. Oysaki, 12 Eylül idaresinin askeri zulümleri ve örgütün Stalinist/silahlı baskıları karşısında, sığınacak bir liman olarak telakki edip, RP siyasi çizgisine yönelmeleri, bu ülkenin beraberliği/birliği, barışı koruması için son şanstı. Nitekim, bu seçim ittifakı, Müslümanlar arasında etnik ayrışmayı belirginleştiren bir dönüm noktası oldu.

Bu tarihten sonra, 1993"teki ateşkes denemesinin ardından artık PKK ve siyasi uzantısı tedricen Kürtler arasında patronaj mevkiine yükselmiş, diğer Kürt yapı ve insiyatifleri sindirilmiş/susturulmuştur. Merhum Turgut Özal"ın ani vefatı akabindeki, 33 askerin katledilmesi ile, süreç başa döner. Buradan itibaren ise, bölgede itirafçılık ve faili meçhullerin kol gezdiği bir döneme girilir. 1999"da, Abdullah Öcalan"ın Suriye"den çıkarılması, ardından ABD tarafından paketlenerek Türkiye"ye iâde edilmesi, ilk başlarda örgütün yenilgisi ve olayların bitmesi gibi algılansa da, aslında daha farklı bir dönemin başlangıcı olur. Bu süreçte örgütün Batı ülkelerinde meşruiyet/destek kazanması; yoğun propagandalar sonucu Kürt genç kuşakları arasında örgüte karşı gittikçe artan bir sempatinin oluşmasının yolunu açar.

2005 yılı Ağustosunda, Başbakan R. Tayyip Erdoğan"ın, Diyarbakır"da; sorunun "Kürt Sorunu" olduğunu ilan eden konuşması, bölgede örgüt baskısından bunalan halk kitlelerini bir kez daha MSP/RP çizgisinden gelen/iktidara gelmiş bir siyasi oluşuma yoğun bir şekilde yönelmeye sevketti. Bu umut ve yönelim, 2007 Temmuz seçimlerine ciddi olarak yansımıştı. Ancak, 2008 sonunda/mahalli seçimler arefesinde, Ak-Parti"de bir kısım güvenlikçi/milliyetçi söylemlerin ön plana çıkması; üstelik hiç de iyi olmayan aday profili ile bir kez daha kapılar kapatılıp ümitler söndürüldü.

Tüm bu olaylar, Kürdistan"da örgütü alternatifsiz konuma getirip, siyasal baskınlığını pekiştirdi. Kürdistan"da patronajın bu şekilde tek parti dönemi resmi ideoloji kadrolarından farksız, halkın inançları ile taban tabana zıt ve ateist bir yapılanmaya, şöyle ya da böyle Milli Görüş geleneğinden gelen siyasi oluşumlarca terk edilmiş olması kabul edilecek bir durum değildir.

Kürtler üzerinde, seküler, kökten inanç karşıtı Marxist kökenli siyasi/silahlı yapılanmaların hakimiyet tesis etmesi, başta Kürtler olmak üzere tüm bölge için ciddi bir problem oluşturmaktadır. Hâla, Hz. Peygamber"e (S.A.V) saygı/hürmet mitinglerinde büyük kalabalıklar halinde toplanan dindar bir halkın, neredeyse bilinçli bir şekilde seküler/inanç karşıtı örgütlenmelerin etki ve egemenliğine, insafına terk edilmesi, bölge halkına yapılacak en büyük kötülüktür. 20. Yüzyıl başlarında Batlılarca oluşturulan ulus devletlerin yüz yıla yakındır mazlum Kürtlere reva gördükleri, eziyet, acı ve baskılara bir de bunun eklenmesi Kürt halkının trajedisini daha da katmerleştirecektir. Yanı sıra, inanç karşıtı seküler/Stalinist örgütlenmeler eliyle Kürtlere uygulanmaya çalışılan İslamsızlaştırma projesi, gelecek kuşaklarda çok feci/trajik neticelere yol açabilecektir. Kürtler, coğrafi olarak İslâm âleminin kalbi sayılan bir bölgede yaşamaktadır. Kürdistan"ın pilot bir bölge olarak ele alınıp, İslamsızlaştırmaya maruz bırakılması, sadece Kürtleri değil, Rumeli ve Anadolu dahil tüm İslam âlemini olumsuz yönde etkileyecektir. Şu anda fatura, Kürtlerin yüz yıllık acımasız ulus-devlet zulüm ve baskıları gerekçe gösterilerek, bu seküler ulus devletlere değil; İslâm"a ve Kürtlerin Müslümanlığına kesilmektedir. Arap ülkelerinde, bir kısım Filistinli ve Suriyeli gruplar başta olmak üzere, siyasal İslami yapılanmalarda, katı selefi/Vahhabi anlayışla paralel olarak gelişmekte olan anti-acemist Arap milliyetçiliği bu süreci daha da hızlandırmaktadır. Bu doğrultuda, Kürtlerin/Kürdistan"ın kesin olarak İslamsızlaştırılması; İslâm Dininin bölgeden kovulması öngörülmektedir. Burada da sonuç olarak proje, orta vadede, İslâmiyet"in Anadolu"dan, Kürdistan ve Mezopotamya"dan tümüyle tasfiye edilerek kovulup, Arap yarımadasına hapsedilmesini öngörmektedir. Üzerinde yaşadığımız ülkenin, 90 yıllık seküler/laik ulus-devlet tecrübesine karşın, Müslüman Vatanı olmasını sağlayan en temel faktör ana dili Türkçe olan Müslümanlarla, ana dili Kürtçe olan Müslümanların bir arada ana kitleyi/gövdeyi birlikte teşkil etmeleridir. Asıl olan, bu gövdenin, bir çok kötü sonuçlara yol açıp enkaz bırakan, ulus devlet tecrübesine rağmen, çatlamasına mani olmak; bu birlikteliği, ulus-devlet zihniyetine/yapılanmasına tümüyle son vererek, Hak, Hukuk, Hakkaniyet ve İslam Kardeşliği, temel İnsan hakları zemininde yeniden yapılandırmaktır.

9 yıl önce
Son yüzyılda Kürtler ve coğrafyamızın geleceği-3
"Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır"
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak