|
Parasız yatılı girişimci

İnsan mı mesleği seçer, meslek mi insanı? Tuhaf gözükse de, her meslek kendi adamlarını seçiyor. Acıbadem Hastanelerinin mahzun fakat profesyonel “patronu” Mehmet Ali Aydınlar da bu kuralın istisnası değil. İstanbul''un en iyi beş mali müşavirinden biri olmak istiyordu, Türkiye''nin en iyi sağlık sektörü girişimcilerinden biri oldu. Belki de birincisi. Kafesten çıkıp, arenaya atıldı. Talih kafesi açar, kuşlar kaderle uçar!

Kandilli Kulübü''nün bu yılki ikinci toplantısında cesur bir vizyonerin serüvenini dinledik. Kulüp başkanı sunuş konuşmasında “burada başarı peşinde değiliz; hayatın anlamını arıyoruz” diyordu. Mütebessim arayışımız ağlamaklı gözlerle son buldu. Gözyaşı da hayatın anlamına dahil değil mi? Yeri gelince akmalı ki, varlık sebebi sorulsun: “Ağlayabilen ağlasın, ağlayamayan ağlar gibi dursun!”

Arapkir 1956. Mehmet Ali Aydınlar ile aynı yılda doğmuşuz. Ha Arapkir, ha Ağrı. İkisinde de hayatla ölüm iç içe. Ve sağlık en büyük sosyal mesele. Nice güzel insan, en basit hastalıkların pençesinde. Doktor az, hastaneler yetersiz. İnsanlar ölümü bağırlarına basıyor, çaresiz, şikâyetsiz:

Kırata vurdum da gümüş belleme/Aman doktor sol böğrümü elleme/Mümkünü yok ise zahmet eyleme/Benim ağam muratsızdır neyleyim.

Ortaikiye kadar Arapkir''de okumuş, sonra “parasız yatılı” olarak Tunceli ve Haydarpaşa''dan geçmiş. İktisat/İşletme okurken bir yandan da Beyazıt''ta bir muhasebecide çalışmış. Haydarpaşa Lisesi''nde “etüt abiliği” yapmış. Sağlık sektörüne tesadüfen girdiğini söylüyor, fakat şu yakıcı türküyle büyüyen her Anadolu çocuğu gibi bence içinde tıbba doğru gizli bir meyil vardı:

Yıkılaydı Malatya''nın yolları/Kırılaydı Hikmet Bey''in kolları/Hastalıktan sararmış da elleri/Benim ağam muratsızdır neyleyim.

5/5/81''de Laleli''de ilk bürosunu açtığı zaman hedefi netti: İstanbul''un en iyi 5 mali müşavirinden biri olmak! “Hep iddialı oldum, hep önüme net hedefler koydum. Bulunduğum her yerde, yaptığım her işte mutlaka üste çıkmayı bildim.”

İnsan hayatında stratejik dönüş noktaları vardır. Aczi değil, başarıyı izleyen risk uğrakları. Mehmet Ali Aydınlar ilk dönüş noktasını mesleğinin zirvesinde gerçekleştirmiş: “1988''de, işlerimin gayet iyi olduğu günlerdeydim. Çok iyi müşterilerim (mükelleflerim) vardı. Fakat bir an fark ettim ki herkes bana geliyor. Müesseseye değil, bana. Hayır, dedim; birikimlerimi kurumsallaştırmalıyım!”

Acıbadem hastanelerinin kuruluşu da son derece ilginç. Otuz kadar hekim toplanıp Mehmet Ali Bey''e gidiyorlar, kendilerine müşavirlik yapsın diye. Sermayeleri yetersiz olduğundan, ortak arıyorlar aynı zamanda. “Yüzde 10 ile ortak oldum. Tabii bu durumda müşavirliği de bedava yaptım. Ortak oldukları diğer birkaç hastaneden de % 4-10 arası hisse aldım. Bir süre yurt dışında kaldım, döndüğümde 5 hastane de borç batağındaydı. Tefecilerle bile çalışıyordular. Kendi alanlarında birinci sınıf insanlardı. Fakat hekimlik başka, işletmecilik başka bir işti!”

Mehmet Ali Bey, hastanelerden birini satıp diğerlerini kurtarmayı öneriyor; kabul ediyorlar. “Acıbadem için pazarlık ettim, fakat hiç param yoktu. İki milyon $ lazımdı. Evimi, Mercedes arabamı sattım; eşimin ziynet eşyasını bozdurduk; bir arkadaşın ev tapusunu ipotek gösterip biraz kredi aldık. Paralı arkadaşlarımdan hiçbiri ortak olmaya yanaşmadı. Nispeten az varlıklı arkadaşlarımdan birkaçı % 1, bir tanesi de % 4 hisse aldı. Sonuçta çoğunluk hisselerini almış oldum. Asıl maksadım sağlık işletmeciliği değildi; sadece şirkete koyduğum parayı kurtarmak istiyordum.”

İş hayatında başarının püf noktası, girdiğiniz sektörün mevcut ve “olması gereken” durumuna dair derin bir içgörüye sahip olmaktır. İçgörü ve ardından tutkulu, net hedefler. Aydınlar şunu keşfetmiş: İstanbul''daki hastanelerin hepsinin sahip ve yöneticileri doktor. “Tek işletmeci bendim. İki hedef belirledik: 1. Anadolu yakasının en iyi hastanesi olmak. 2. İstanbul''un ve Türkiye''nin en iyi hastanesi olmak. Moda''nın, Bağdat Caddesi''nin hastaları bize gelmiyordu. Kendimizi nasıl tanıtmalı, ne yapmalıydık ki bu ''üst sınıfı'' çekebilelim?” Düşünen baş, düşündürebilen baştır. Doğru soruyu sordurabilen. Soru doğruysa, cevap gecikmez!

Tarihin değişmez gerçeği: Düşünen baş, mutlaka gövdesini bulur. Gören göz, işiten kulak, söyleyen dil birleşince baş olur. Düşünür ve hissederseniz, ayaklar sizi menzile erdirir, eller türlü marifet bitirir. Baş olmak, kendini tanımakla ''baş''lar. Kendini tanımayan, başkasını göremez. Görmekse, gönle girmekledir. Bunu fehmetmeyen dükkân açmasın. Pazarı kesat olur.

Acıbadem hastanelerinin Bağdat ve Nispetiye caddeleri serüvenini başka bir yazıda ele alacağım. Şimdilik, Nida Tüfekçi''nin derlediği bir Arapkir türküsünün Mehmet Ali Aydınlar''ın zihin ve ruh dünyasına ne kadar da uyduğunu belirtmekle yetiniyorum:

Güzel gel beri, gel beri/Bir gönüle nazar eyle/Görür göz işidir kulak/Söyler dile nazar eyle

Baştır gövdeyi götüren/Ayak menzile yetiren/Türlü marifet bitiren/İki ele nazar eyle

Hatayi''m der ki ya Gani/Veren alır tatlı canı/Evvel kendi kendin tanı/Sonra ele nazar eyle/Gel gir gönlümün şehrine/Aç dükkânı pazar eyle.

15 yıl önce
Parasız yatılı girişimci
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı