Geçtiğimiz Cumartesi, Firuzağa Camii’nin arkasındaki uzun banklardan birine oturmuş, iPad’ten yeni gelen mesajları okurken, yirmili yaşlarda, esmer bir genç, dilindeki güvercin ürkekliğini adımla soyadım arasındaki uzun bir mesafeyi kat ederek aşmak suretiyle yanımda duruverdi. Kimliğimi doğrulayıp, oturması için ona yer açarken, elindeki buroşür gibi şeyler dikkatimi çekti, adını sormadan önce onların ne olduğunu sordum. Ürkekliğini yenmiş ama heyecanını henüz yenmemiş olan genç, onlardan birini bana uzatarak “dergi” dedi, “biz tarih dergisi çıkartıyoruz.”
Nezaketli bir gençti Halil, rahatsızlık vermemek için, az bir süre Endülüs ve seyahatlerimiz üzerine konuştuktan sonra kalkıp gitti. Elimde küçücük İnkişaf ile onun ifade ettiği manayı da yoğunlaştıran anılarımın ağırlığı altında ezile kaldım.
Merhum Ramazan Dikmen gelip kuruluverdi karşıma. Elinde en büyük kavgalarımızın sebebi olan Kayıtlar dergisi... Biz de tıpkı İnkişaf’ı çıkaran gençler gibi ne iddialarla, ne güçlüklerle, ne çatışmalarla çıkarmıştık o dergiyi. Derginin basım ve dağıtım işini İstanbul’dan yürüten Yusuf Ziya Cömert, Ramazan’ın sayfalardaki kimi başlık ve metin kaymalarına, küçük tashihlere karşı gösterdiği öfkeyi benim göğüslemek zorunda kaldığımı nereden bilsindi. Bilse de, en bildiği şeyi yani ikimizin kavga etmeden duramayacağımızı söyler geçerdi zaten.
Evet, biz böyleydik Ramazan’la; günün yarısında konuşur, diğer yarısında kavga ederdik. Ederdik etmesine de Ramazan’ın sıkça hatırlattığı şu esastan da asla ayrılmazdık: “Bizler birbirimize kırılabiliriz ama asla küsemeyiz.”
Ramazan’la küsmemek için 6. sayısında Kayıtlar’dan ayrıldım. Merhum Ramazan’ınki dahil Kayıtlar’la perçinlenen dostluklarımızdan ise şu yaşımıza geldik, ilk ekip olarak (Rabbim kötü nazardan korusun) hala ayrılmadık.