|
Dur ve dinle

Sen “uzaktaki kara çukur”...

Dur ve dinle...

Dur çünkü eğer adamsan, durmak öncelikle nedeni olduğun nifakı anlamana yardımcı olabilir; durmakta tasavvuf ehlinin vakfe’sinden, bu vakfeye Arafat’tan, Arafat’a marifetten akan bir nasip vardır.

Dinle çünkü, dinlemek kendine perde olan görüşlerinin tahakkümünden kurtulmana, perdeyi yırtma özelliğine sahip olan bilgi ışığından nasiplenmene, karanlık çukurundan güneşin aydınlığına çıkmana vesile olabilir.

Dur ve dinle çünkü, istikrarına, huzuruna ve büyümesine kastettiğin şu ülke ve onun 80 milyonluk halkı, senin Ramazan eğlencesinden geriye kalmış bir şamaroğlanı tipiyle icra ettiğin atarlarına, herkese her yere laf yetiştireceksin diye ortalığı Şengül Hamamı’na çevirmene rıza gösterilmeyecek kadar değerlidir.

Sen “karanlıktaki kara çukur” ve senin akıllarına şer yüklediğin adamların, onca “yapmayın, etmeyin” ikazımıza rağmen uzun süredir İslam tarihinin en önemli tablolarını benzetme yoluyla kendi halinize uyarlamakta ısrar ediyorsunuz.

Bizler, sen ve adamların gibi İslam’ı üç günlük dünya çıkarına, adına mal denilen bir imtihan nesnesine feda etmek istemediğimiz için sizlere bu mahalden cevap vermemeye özen gösterdik.

Şimdi dur ve dinle adamsan; ciğerlerine üç paralık adamlarına, beslemelerine de söyle dursunlar ve dinlesinler; sizlere içinde bulunduğunuz hali anlatacağım:

“Benzetme” demiştim, onunla devam edeyim:

Benzetme, benzemedeki ortaklık nedeniyle mekr’e (tuzağa) en fazla neden olan şeydir. Oysa ki Allah’ın yaratışında tekrar yoktur ve benzerlik ayn’iyyet (yaratılıştaki öz’ler) nedeniyle varmış gibi görünürken gerçekte tahakkuk eden farktır; fark ayrıma işaret eder ve o benzerlik değil farklılaşmanın şartıdır.

Dolayısıyla Risalet, Hicret, Bedir, Uhud, Hendek, Kerbela... oluşta biriciktir ve muhatabı da onların oluşundan doğrudan etkilenen İslam ümmetidir. Biricik ve genel olanı, kendi özel durumuna benzerlik yoluyla eşitleme kalkışmak öncelikle edepsizliğin, sonrasında onu kendisine mahsus oluş şartlarından ayırıp bugüne taşımakla anakronizmin tuzağına düşmektir.

Öte yandan, İslam ümmetinin kimi zaman yüzünü güldüren, kimi zaman içini kanatan, son tahlilde Endenozya’dan İspanya’ya her Müslümanın örneklenme, ibret alma noktasında ortak kültürünü oluşturan söz konusu tabloları kendi çetenizin iktidar hırsına peşkeş çekmeye yeltenir, ümmete ihanet nedeniyle şimdi kendilerine girecek delik arayan üçbuçuk taraftarınıza gaz verme, sokağa dökülmeleri için cesaret aşılama aracına dönüştürürseniz, bu yolla yaptığınız ve yapacağınız temellükten doğan tahribatın hesabını ne dünyada ne de ahirette veremezsiniz.

Diğer yandan iddia ettiğiniz gibi eğer alim(ler)seniz, öncelikle alim olmanın ahlakıyla ahlaklanmış olmanız gerekir.

Alim, Allah’ın düşmanlarıyla iş tutmaz; Müslümanları bırakıp kafirleri kendine dost edinmez; din kardeşini satmaz, müşriklerin eşiğine oturup “Müslümanlardan şikayetçiyim” diye ağlamaz; fitnecilerin megafonundan konuşmaz; Müslümanları cihatçılar ve diyalogçular diye ikiye ayırmaz, onları hatasına ve sevabına göre ayırır ve hatası olanın hatasından sorumluluk duyar, sevabı olanın sevabından nasip umar.

Alimin kitap yüklü bir eşekten farkı, ipinin bağlanacağı münbit bir mera aramamaktır; velev ki böyle bir meraya konuşlandırılmışsa bile, onu temellük etme hırsıyla her yaklaşana ağıt figan içinde çifte sallamamaktır.

Alim ışıktan nasibi bol olan ve daima ışıkta durandır. Alim karanlıklar içine saklanıp karanlık işlerin tarafı olamaz, tertiplenmesine, uygulanmasına hizmet etmez.

Alim, alimin ilmiyle, salikin sülukuyla, zakirin zikriyle, mücahidin cihadıyla... aldanabileceğini bildiği gibi, Müslümanların da bunları iyi bileceğini, ona fark ve fayda sağlayan ilminde onun edebiyle hareket edip etmediğini sorgulayacaklarını bilir.

Eğer bir alim, insanları etkileyerek üç kuruş himmet toplamak için salya-sümük ağlıyorsa, dünya menfaatı için dinini istismar ediyorsa, biriktirdiklerini korumak uğruna ümmetine karşı düşmanlık gösteriyor ve kin kusuyorsa onun ilminin pis bir paçavra gibi kendi suratına çarpılacağını da bilir.

Bu bahiste size söylenecek çok şey var. Şimdilik bu kadarını söylüyorum ki, şu zamana kadar yaptığınız işler, söylediğiniz sözler ümmet ağacı içinde size layık görülen dala kastetmenizden başka bir sonuç doğurmadı.

Eğer durur ve dinlerseniz, bunu ne benim ne de başkalarının ikazını gerektirmeyecek şekilde (elbette başınızda zerre kadar olsun bir akıl kalmışsa) siz de anlayabilir, görebilirsiniz.

Sen “uzaktaki kara çukur” ve adamların ve beslemelerin kuyruğu taşa sıkışmış yılanın tıslamaları hükmündeki tehditlerinize, “biz dosya tutucularız, elimizdeki dosyalarınız kabarıyor” uyarıları çekmenize kısa bir ara verip İslam ümmetinin, 80 milyon Türkiye insanının malum hal ve hareketleriniz karşısında size ne söylediklerini iyi duymak istiyorsanız durun ve dinleyin:

“Evlâ leke fe evlâ / Summe evlâ leke fe evlâ”

twitter.com/OmerLekesiz
#Arafat
#vakfe
#Müslüman
9 yıl önce
Dur ve dinle
Halep oradaysa, arşın buradadır…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir