|
Duvar"da iki polemik

Kaleminden başka gücü olmayanın gücüdür polemik; bencil, yağcı, edepsiz, ahlaksız birilerinin elinde bir bıçak gibi duran kalemin, edebî vicdana ve yazarlık etiğine sahip olanların kemiğine inmesi halinde yapılır; vurulmak üzere kaldırılmış bir yumruktur polemik, bu yüzden geri çekilemez, ertelenemez ve o esnada savrulan yumruğun hesabı tutulmaz.

Tartışma değil, harbi bir kavgadır polemik; rica tonu taşımaz; “demek istemiştim ki” demez, dümdüz “der”; örtüleri aralamaz, yırtar; kalem ahlaksızlığına karşı bir kalem tepkisi olarak tükenen vicdani imkanların yerine yeni imkan yaratır; temizlenme ihtimalinin gözetilemeyeceği oranda kirletilmiş insani değerlerin belirlenmesi olarak “yapıcılığı” gözetmez, yıkıcı ve yeniden inşa edicidir; olumsuzluğa ayarlı şahsiyetini bir olguya, kuruma, değere yamayarak onu yeni bir teamül, yeni bir akım olarak tutundurmaya çalışana karşı şahsiyat da yapar.

Köşe-yazarlığının asli yazarlık sayıldığı günümüzde, “benim patronum, senin patronunu döver” kabilinden yapılan gündelik muktedir, taraftar “dalaşı” değildir polemik; edebiyatçı tarafından edebiyatı içeriden istiskal etmeye kalkışanlara karşı yapılır; Benjamin vârî bir söyleyişle acil durum frenine basmak değildir polemik, virüs taşıyan bir aracın imha edilmesidir.

Duvar dergisinin ilk sayısında bu bağlamda iki sıkı polemik var. İlki Ali Çakmak''ın “Patron ve şair”, ikincisi Enis Akın''ın “Hilmi Yavuz: Mutsuzluğunu yitirmiş bir şair” başlıklı yazıları.

Çakmak, “zekadan özerk” kasideciliğin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğini hatta yeni kasidecinin sık sık iktidar ve kabine değişikliğine gidilmesi nedeniyle görevini yapmakta ciddi güçlüklerle nasıl karşılaştığını Bejan Matur örneğiyle anlatıyor. Bu vesileyle ahir zaman kasidecisinin amaç, tutum, söylem ve hareket kabiliyetinin esaslarını da yeniden belirliyor.

Akın da Hilmi Yavuz örneğiyle Ali Çakmak''ı destekliyor. Nitekim yazısının sonunda “Bu yazı her ne kadar karşısına Hilmi Yavuz''u koyarak dile gelmişse de, ne özellikle Hilmi Yavuz hakkında ne de herhangi bir kişi hakkındadır. Burada söz konusu olan bir ''dil''dir. Edebiyatın ve şiirin iktidar adına istismar edildiği bir dil. (...) Hilmi Yavuz''un burada konumuz olması sadece bugün bu dilin taşıyıcılarının en ''mümtaz'' temsilcilerinden biri olması bakımındandır” diyerek yüz yıllardır var olan bir olgunun yeni içerikler kazanarak zenginleşmiş haliyle bugün nasıl sürdüğünü başka bir örnek üzerinden anlatıyor.

Hilmi Yavuz''un “Ben parçalı düşünceden ya da parçalı sözden yanayım. (...) Diyelim ki bugün Yunanistan''ın durumunu analiz ediyorum. Ben Yunanistan''ın durumunu analiz ederken beni bu konuda doğrulara taşıyacak olan zihinsel enstrümanlar, teorik enstrümanlar neler olabilir? Bu eğer Marksizm olacaksa Marksizm''dir. Ama diyelim ki benim kişisel olarak Allah''la olan ilişkim mevzu olduğu zaman benim için artık söz konusu olan İslam''dır. Parçalı düşünme budur. Şöyle söyleyeyim, duvara çivi çakmak için çekici kullanırken, çiviyi çıkarmak için kerpeteni kullanmak gibi bir şey bu” sözüne bağlı olarak “Dinsel ilişkilere bakarken Marksizmi, ekonomik ilişkilere bakarken İslamı ''nereye'' bırakıyoruz? 1970''lerde İslamcı şimdi Markist olsaydı bunu unutabilirdik de, ama durum bunun tersineyse ve sürekli dönemin iktidarlarıyla uyum söz konusuysa, aslında ''parçalı düşünce''nin kişinin inançlarıyla değil, çıkarlarıyla ilgili olup olmadığını düşünmeden edemeyiz” yorumunu getiren Akın, Yavuz''un bu düşüncesinde bir tutarlılık olmadığını belirterek, eğer olsaydı “Tüm zamanların kapıkulu olarak!” ona tutarlılık madalyasını biz verebilirdik diyor.

Yeni kasideciliğin iki temsilcisi üzerinden yapılan belirlemelerde şu fark ortaya çıkıyor: Biri kazanmış, yani kaside ilişkilerinden kendisine mahsus bir rant üretmiş ama diğeri henüz bir şey kazanmamış. Acaba kazanmamış mı? Ali Çakmak buna değinmiyor.

Bir diğer husus da cemaatten olmadığı halde “cemaatin şairi” olan Bejan Matur''la, cemaatten olduğu halde cemaatin şairi olmayan Can Bahadır Yüce arasındaki önemli farkın (herhalde iki ayrı yazıda konu edilmeleri nedeniyle) belirtilmemiş olmasıdır. Bu bağlamda kurunun yanında yaşın da yakılabileceğine mahsus bir mantık tersinden ve düzünden herkesi içine alabileceği için tehlikeli bir mantıktır. Çakmak ve Akın''ın yazarlık etiği açısından mümtaz bir örnek olarak sundukları Ece Ayhan bile bu mantıkla ele alındığında yakılmaktan kurtulamaz.

Sonuç olarak Duvar''ı, Sol edebiyatın tarihi ve güncel çelişkilerini de yüklenmekle birlikte, özellikle son on yıldır temeli iyiden iyiye kaymaya başlayan edebiyat / yazarlık etiğinin yeniden kurulmasında pay sahibi olmaya niyetli bir dergi olarak niteleyebiliriz.

O halde: Hoş geldin Duvar!

12 yıl önce
Duvar"da iki polemik
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset