|
Merhaba Endülüs!
Endülüs’ten döndüm, Osmanlı Türkçesi'yle ilgili tartışmaların içine düştüm.

Konuya ‘Kemalist devrimler elden gidiyor’ nakaratını söylemenin dışında doğru bir bilgi ve bilinçle bakamayan (sözüm ona siyasetçi) kadın ve erkeklerin içlerinde yer etmiş Kastilya-Aragon Kraliçesi İsabel (namı-diğer: Pasaklı İzabel) ve kocası II. Fernando’yu kimsenin benim gördüğüm kadar somut bir şekilde görebileceğini sanmadığım gibi, düne kadar ‘Risalenin dili korunmalıdır’ deyip de şimdi paralel sorumlulukları nedeniyle beyinsizlerin Osmanlı Türkçe- si'ne karşı açtıkları savaşa destek veren zamane Haşhaşilerinin içlerine kaçmış Natenyahuları da yine benim gördüğüm somutlukla kimsenin görebileceğini sanmıyorum.

Evet, Endülüs'ten yeni geldim. O topraklarda Müslümanlara reva görülen zulme, Engizisyon kararlarıyla on binlerce insanın yakıldığı meydanlardan yayılan hüznüne, tahrip edilmiş sekiz yüz yıllık maddi kültüre, fırınlarda alev alev yakılmış binlerce Arapça kitaba, Moriskolar adıyla küçümsenen kanatları kırılmış, naçar bırakılmış Müslümanlara … dair yeni tanıklığın, bilgilerin, rivayetlerin etkisi altındayım.

Bu nedenle Osmanlı Türkçesi planında şimdi söyleyebileceklerimin, mevcut toplumsal zorunluluklarla nicedir kura geldiğimiz ‘ortak değerleri paylaşma çabası, saygıya dayalı birlikte yaşama, ötekini gözetme…’ vb. cümlelerle bağdaşmayacağını, son tahlilde ‘İnsan için iki şey vardır: Dost ya da düşman! Bunların ortası da alternatifi de yoktur’ hakikatine bağlanacağını bildiğim için şimdilik susmayı tercih ediyorum.

Kendilerini Müslüman olarak niteleyen Haşhaşi güruhunun bile en küçük şiddetten, itirazdan, başıbozukluktan, eşkıyalıktan, zıtlaşmadan kendi grupları lehine bir yarar umdukları şu ortamda onlara fırsat sağlayacak, imkan oluşturacak şeylerden uzak durmamızın gereğine “hâlâ’ inanıyorum.

O halde ‘Merhaba Endülüs’ dedim ilkin ve sözümü de buradan sürdüreyim:

Endülüs, Müslümanların yedi yılda fethedip, yaklaşık sekiz yüz yıllık haki- miyetten sonra Katoliklere teslim ettikleri bir coğrafyanın adıdır.

Söz konusu fethe, egemenliğe, yenilgiye ve yitirişe dair bilgileri burada vermem elbette mümkün değil. O nedenle sizleri bu alanda yapılmış ve daha yeni kitaplaştırılmış en iyi çalışmaya yönlendirmek durumundayım: ‘Mehmet Özdemir, Endülüs, İSAM Yayınları, İstanbul 2014.’

Gezide Özdemir hocamızın da yer aldığını söylersem, katılımcılar açısından nasıl bir faydanın hasıl olduğunu söylemiş olurum sanırım.

Endülüs gezisi İzmir’de faaliyet gösteren ‘İslam Tarihçileri Derneği’ tarafından organize edildi. Dernek başkanı Mehmet Şeker hoca da kafiledeydi. Başta bizim grubun rehberi K. Yiğit Angın olmak üzere rehberlerimiz o yarımadayı fiziki, tarihi ve kültürel yapısıyla çok iyi tanıyan ve tanıtabilen rehberlerdi.

İlk gözlemler, onlardan edinilen ilk bilgilerle Endülüs hakkında ulaşabilecek ilk kanaat şuydu:

Kelime-i Tevhid’i yeryüzüne yaymak için ‘gemilerini yakmış’ bir avuç Müslüman, yedi yılda koskoca İber yarımadasını fethetmiş, onların yeni nesilleri ise iktidar tartışmaları içinde hem birbirleriyle bilim ve kültürde yarışarak hem de bizzat savaşarak yaklaşık seküz yüz yıl oraya hakim olduktan sonra söz konusu yarışma ve savaşma gayretiyle israfa düşüp, güç kaybına uğrayıp, bilimle tanışmalarına neden oldukları Katolik topluluklara o toprakları kendi elleriyle teslim etmişlerdi.

Kanaat böyle olunca şimdi herbirinin içinde ya da yerinde katedraller, kiliseler bulunan el-Hamra’dan Medinetü’z-Zehra’ya, Kurtuba Camii’nden İşbiliye Camii’ne, medreselerden, hastahanelerden, kütüphanelerden Al-Kazar (el-Kasır)’a… kadar ‘maddi kültür’ü temsil eden yapıların, kurumların tamamı da güç gösterisindeki israfın, düşmanlarını kendi içlerine bir bıçak gibi çeken beyliklerin ihtilafını belgelemeye yeterli gelecektir.

Bu kanaati ‘yetersiz bir doğru’ya tebdil edecek hakikatin de yine bu maddi kütüre ait eserler üzerinden tezahürü ise altı çizilmesi gereken önemli bir durumdur.

Diğer bir söyleyişle bugün İslam sanatının yetkin örneklerini temsil ediyor olsalar da bir ucu israfa bağlanan ilmi ve sanatsal dehadan geriye kalan somut eserler sayesindedir ki biz ya da başkaları ‘Endülüs’ adlı kaybımızı ‘yeniden bulunacaklar’ listemize yazıp yollara düşerek oraya gidiyor ve ancak bu sayede Müslümanların ‘idrak ve İnşa’ kabiliyetinin kodlarını çözmeye gayret edebiliyoruz; ancak bu sayede onların israfı bizim için zorunlu bir faydaya, kendini yeniden sahih olarak tanıma ve tanımlama imkanına dönüşüveriyor.

Dolayısıyla olumluyla olumsuzun içiçe geçtiği (en geniş anlamıyla) Endülüs mirası üzerine, adeta Müslümanların maddi kültüre olan düşkünlüğünü temellendirme ihtiyacıyla kendi rasyonalizmini inşa etmek zorunda kalan İbn Rüşd’ten, Moriskolar gerçeğini hissedercesine yaratılışın bilgisini ve tek başına inanmanın psikolojisini inşa eden İbn Hazm’a kadar söylenecek çok ama çok şey var.

Rabbim'den aklımı söz konusu bilgiyle aydınlatmasını ve bu bilgiyi yeri geldikçe sizlerle paylaşmamı nasip kılmasını niyaz ederek güzel yol arkadaşlıkları için başta Mehmet Şeker, Ali İhsan Yitik hocalarım olmak üzere kafilemizde yer alan herkese teşekkür ediyorum.

Yüzlerini Endülüs’e dönebilenlerin Ankara’da Mehmet Özdemir hocamıza, İstanbul’da K. Yiğit Angın’a, İzmir’de İslam Tarihçileri Derneği’ne ulaşmalarının kendilerine büyük fayda sağlayacağını da unutmadan ileteyim.

Evet uzakta bir Endülüs var! Yıllarca evvel ‘elveda’ dediğimiz ama şimdi farklı düzeylerde yeniden ‘merhaba’ diyebileceğimiz bir Endülüs!

Umutları tükenmeyenlere, geçmişte mümkün olabileni şimdi de (her manada) yeni bir imkanın karinesi olarak görebilenlere acilen duyulurulur!

twitter.com/OmerLekesiz
#endülüs
#osmanlı türkçesi
#türkçe
9 yıl önce
Merhaba Endülüs!
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…