|
Temsilsizlik ve şımartılmış imge
İslam'da tasvir yasağına ilişkin tartışmalar, İsevilerde tasvirin bir sanat tarzına dönüşerek 19. Yüzyıl'dan itibaren Müslümanları da etkisi altına almasına karşı tedbir üretme pratiğinden kaynaklandığı için, nasıl yapılırsa tasvir (sûretlendirme) olmayacağı şeklindeki tevillerin de konusu olarak, şatlara göre ya radikal ya da sentezle yumuşatılmış tutumların malzemesi haline gelmiştir.

Nasrettin Hoca'nın karanlık yerde düşürdüğü parayı, lambayla aydınlatılmış yerde aramasındaki gibi her iki tutum da dikkatini gündemdeki soruyu cevaplamaya yoğunlaştırdıkları için, konuyu dinin kendi içinden ele almanın ve dolayısıyla cevaplamanın uzağına düşmüşlerdir.

Çünkü dine göre asıl konu, “tasvir yapmama” tepkisi ya da “tasviri belli oranlarda tahrip ederek yapma” talebi değil, doğrudan temsilsizlik'tir.

Bu yöndeki emir, “Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın yahut aşağıda yerde olanın yahut yerin altında olanın sûretini yapmayacaksın” (Çıkış, 20/4) şeklindeki Tevradî emrin, müstakil bir şeriat olmayan İsevilik'te Hz. İsa'nın “Ruhullah” olmasından beslenen bir yönelişle, müminin o ruhu kendi kavrayışına göre bedenlendirme arzusunun galip gelmesine karşı yapılmış güçlü bir teyidi içkindir: “Allah için emsal göstermeyin. Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Nahl, 16:74)

İbn Arabi'nin Fütuhât-ı Mekkiyye'sinde Hz. İsa'nın “Ruhullah” oluşunun bir ruhsatı olarak yorumladığı ve Muhammedî inançta, müminin Allah'ı hayale sokmakla özgürleştirilmiş olması nedeniyle geçersizleştiğini belirttiği bu husus, kendisinden sonra (Emevîler ya da Abbasîler'dekine göre daha) güçlü biçimde kurulan din-iktidar ilişkisi içinde bu kez şımartılmış imge'den beslenmiş bir temsil olarak karşımıza çıktığı için, söz konusu temsilsizlikte sabit kalınamamıştır.

Temsilin, Allah'ın insana yüklediği bir kabiliyet (nimet) olması bakımından inkarı mümkün değildir. Ancak tıpkı domuzun, varlık olması bakımından değil şeriatın emri olması bakımından kötü sayılmasındaki gibi, temsil de özü bakımından değil, fiili bakımından aynı nedenle kötüdür.

Ne var ki, örneğin şeriatın emriyle (temsilsizlikle) çatışmak istemeyen iktidar, muktedirlere bir dokunulmazlık (daha açık bir söyleyişle bir kutsiyet) atfedebilmek için onu “Zıllullah” (Allah'ın gölgesi) olarak tanımlarken veya tasavvuf, tarikat şeyhlerini olağanüstü yeteneklerle tahkim edebilmek için onları “İnsan-ı kamil” katına çıkarırken imgenin şımartılabilirliğine bağlı bir temsilin içinde durmuştur.

Jean-Luc Marion'un (d. 1946) da bunu, dilimize Görünürün Kesişimi adıyla çevrilen kitabında imgenin tiranlığı olarak nitelemiştir.

Gerçi Marion, bu nitelemeyi, ikona savunusu planında Yahudilik ve İslam'a karşı bir suçlama olarak yöneltirken, aynı zamanda litürjide karar kılarak derin bir çelişkinin içine düşüyor olsa da, şımartılmış imgenin bizdeki etkilerini işaret etmesi açısından ilgili tespitlerinde haklıdır:

“(M)ümkün her şeyin normu olarak ortaya çıktığı için tüm gerçekliği gasp eden imgenin çağdaş durumu karşısında, kavramsal olarak basit, ruhsal olarak kutsal bir tavrın hükmü görülür: Tasvir düşmanlığı (iconoclasme). Eğer imge kendini aslı gibi kabul ettirme, yani kendinden tatmin olma iddiasında bulunursa, görünmez kesin olarak görünmezlik talep edecektir. Hiçbir çehre, hele ki tek Tanrı'nın çehresi, ne kendini gösterebilir ne de bunu iddia edebilir. Tanrı'yı görmek (…) herhalukârda imkansızlıktır. Pek çok dindar zihin sadece yedinci ve sekizinci yüzyıllarda değil, her zaman, her yerde bu radikal cevaba meyillidir. Direnme bahanesiyle imgenin tiranlığının güçlenmesi ölçüsünde, başka onamaların gelecekte bunu benimseyip paylaşacaklarını öngörmek mümkündür. Bununla birlikte tasvir düşmanlığı bu tiranlığa destek verir: Aslında şeylerin normu olarak imge şeklindeki hakim tanım karşısında ortak tavrı tersine çevirmekle yetinir; Tanrı'nın çehresini bu tanımın kapsamına sokmak yerine, tasvir düşmanlığı bu çehre ile her imge arasındaki ayrılığı onaylar, ki bu sayede tasvir düşmanlığı şeyin normu olarak imgenin modern tiranlığını meşrulaştırır…”

Tasvir yasağına yukarıda da belirttiğimiz şekliyle zamana ve şartlara göre pozisyon alma ve şımartılmış imge açısından baktığımızda halen doğru bir yerden, diğer bir söyleyişle temsilsizliği emerden dinin içinden bakmadığımız ortaya çıkmaktadır.

Konu, ne hevesli üç Müslümanın tasvir yapmasından, ne de şeriatın temsil yasağına rağmen sosyal medyada fotoğraf paylaşma yarışına girmelerinden ibaret değildir. Kaldı ki, ne tasvir tasvir edilenin, ne de fotoğraf fotoğrafı çekilenin aynı değildir. Çünkü son tahlilde her ikisi de kendi gerçekliği içinde durur: “Bu bir pipo değildir.”

Konu, Şari'nin emriyle iktidar, mezhep, tarikat, ideoloji, kültürel hegemonya…'nın seküler talepleri arasındaki çatışmanın 14. yüzyıldan beri giderilemeyişidir.

twitter.com/OmerLekesiz
#Tasvir yasağı
#kültürel hegemonya
#mezhep
#tarikat
#ideoloji
٪d سنوات قبل
Temsilsizlik ve şımartılmış imge
Kara dinlilerle milletin savaşı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?