|
Bir hikaye imkanı olarak Eski Türkçe

Hep söylenir; İngilizler’in bugün hala 16. yüzyılda yaşamış Shakespeare’i okuyabilmesinin mimari açıdan, siyasi açıdan, kültürel açıdan tarihlerine sahip çıkmalarıyla bir ilgisi vardır, denir. Doğrudur, bugün İngilizlerin Kral Lear’ı, Othello’yu, Macbeth’i aslından okuyabilmesi; her Britanyalı’nın kanında biraz da Lord Byron dizelerinin akıyor olması; Londra sokaklarında hala atlı polislerin bulunması; İngiliz aristokrasisinin prensleriyle düşeslerinin özel hayatının tüm dünya tarafından ağızlar açık şekilde izlenmesi, İngiliz edebiyatının ve elbette tarihi mimarinin özenle korunması, birbiriyle ilişkili...

Bütün bunlara bakıp, İngiltere’nin demokratikleşmediğini, modernleşmediğini, sekülerleşmediğini iddia edebilir miyiz? Hayır. Hatta biraz zorlasak bu üçünün anavatanıdır, diyebiliriz İngiltere için. Peki, aynı İngiltere’nin tarihsel yapıların, kurumların, sembollerin sürekliliğini korumadığını iddia edebilir miyiz? Yine hayır? Bırakın detayları, en görünür şekilde Kraliyet de orada duruyor, Monarşi de...

Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu aklı; modernleşme ve sekülerleşmenin ancak Osmanlı bakiyesinin tamamını reddi miras etmekle; sadece siyasi elit sınıfını değil, sadece alfabesini değil, sadece edebiyatını değil, dilini de yok etmekle sağlanabileceği zehabındaydı. Gelinen noktada, kurucu aklın beklentisi ölçüsünde sekülerleşme, modernleşme mümkün oldu mu? Belki son 20 ya da 30 yıllık dönüşümden söz edilebilir; O’nun da arızaları, ciddi tartışma götürür.

Yani denilebilir ki, ey muhalefet söylemini “tarihi eserler korunmuyor, şehrin silueti bozuluyor” üzerine kuranlar; -nihayetinde dindarlar da, muhafazakarlar da aynı ideoloji tezgahından geçti-, belki de bir meselesi olmayan açgözlü müteahhitler sizin eserinizdir, olamaz mı?

Sonuçta, bir toplumun tarihsel köklerini bıçak gibi kesip atmak, yaklaşık 90 yıl önce ülkesinde konuşulan dilin Arap alfabesiyle yazılan Türkçe olduğunu bilmeyen, Osmanlıca’nın Arapça olduğunu zanneden, benim diyeninin Türkçe’si 800-900 kelimeyi geçmeyen, üstelik kendisine ideolojik aygıtlarla belletilen cahilliğin bir de züppeliğini yapan bir nesil yetişmesine neden oldu.

Bugün en çok; Hollywood’un Kral Arthur, Tudorlar, Vikingler, Beowulf, ve Kutsal Kase gibi hikayelerden, simya efsanelerinden, Güliver’in Gezileri’nden, Robinson Crusoe’lardan uyarlayarak çektiği sinema filmlerini hayranlıkla izlerken; bu hikayelerin çok tabii olarak dini altyapıdan da beslendiğini ve kültürel sürekliliğin bir ürünü olduğunu bilmiyormuş gibi yapanlar itiraz ediyor Osmanlıca’nın öğretilmesine. Oysa dil, toplumun kendi efsanesini, şiirini, edebiyatını, hikayesini, bilmesine kapı aralayan tek yoldur. O kapı kapatıldığında, bırakın Bakî ya da Nef’î’nin bilinmesini, ne Oğuz Kağan ya da Göç efsanesini hatırlanır, ne de Üsküdar’daki Kız Kulesi’nden, Sefarad hikayesinden; ya da ille de Anadolu diyeceksek Karacadağ efsanesinden bir epik-fantezi sinema türü çıkarmak kimsenin aklına gelir. “Aşk”ı anlatma işi bile, kala kala İncir Reçeli’yle Issız Adam’a kalır.

Yani, bir toplumun dilini kaybetmesi, hikayesini kaybetmesi anlamına gelir ve modern zamanların düsturudur; hikayen yoksa sen bir hiçsindir.

Osmanlıca alfabeyi öğrenmek, önce Arap alfabesinin bilinmesini gerektirdiği için, öğrenme ve öğretme süreçleri ciddi şekilde planlanmadan bir lahzada verilebilecek bir karar olmayabilir. Belki müfredata Osmanlıca alfabeyi öğretmeyi de amaçlayan bir ders konulması için bir eğitim çalışması yapmak gerekebilir. Fakat; “katip” kelimesinin “yazıcı” anlamına geldiğini; ya da alim’in “bilen”, “fehmetme”nin, “fehim”den geliyor olup “anlamak” olduğunu, “Nazif”in temiz, “nazar”ın bakmak olduğunu; İmam Hatip Lisesi dışındaki ortaöğretim okullarında okuyan öğrencilerin de bilmesinin yolu var. Evet, aksi durum elbette işi kolaylaştırırdı, ama öğrenciler kelimelerin çekimini yapacak donanıma sahip olmadan da eski dile aşina hale getirilebilir.

Naçizane, Ahmet Mithat Efendi’den, Namık Kemal’e, Refik Halit Karay’dan Halit Ziya Uşaklıgil’e dek Türk Klasiklerinin, -tercihen 60’lar ve 70’ler olmak üzere- eski basımlarını okutmanın faydalı olacağını sanıyorum. Ödev vererek, sınava tabi tutarak, yarı-zorlayarak, yani ciddiyetle üzerine eğilerek. Mai ve Siyah’taki mai’nin ne olduğunu, sergüzeşt’in ya da evrak-ı metruke’nin ne anlama geldiğini daha hızlı öğretmenin bir yolu var mı, bilmiyorum.

#İngilizler
#Shakespeare
#Othello
#Macbeth
9 yıl önce
Bir hikaye imkanı olarak Eski Türkçe
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi