|
Irkçı Batı mı, terörist Doğu mu?

Gazetemiz Yeni Şafak’ın 24 Aralık 2014 tarihli manşeti “Almanya’da Irkçı Tehlike” başlığını taşıyordu. Habere göre, Fransa, İngiltere, Hollanda, İsveç, Avusturya ve Almanya son aylarda IŞİD tehdidi bahanesiyle İslam karşıtı yasalar çıkarmış, Müslümanların en temel haklarını kısıtlamışlardı. Türklere ait ev ve camilerin düzenli olarak kundaklandığı Almanya’nın habere konu olan Dresden şehrinde düzenlenen mitingde ise, Noel ilahileri ve “Avrupa’da İslam’ı istemiyoruz” pankartları eşliğinde bir neo-ırkçı gösteri düzenlenmişti. Detaylar haberin içinde, dileyen bakabilir.

Elbette, minare yasaklarından örtü yasaklarına, sokaktaki tacizlere dek, şimdiye dek onlarca örneğini gördüğümüz bir hikaye bu. Göçmenlere yönelik ırkçılık ve İslamofobia kaynaklı ayrımcılıklar yani, Avrupa’da uzun süredir var. Ve ABD’den farklı olarak, Avrupa’daki devletlerin ırkçılık politikaları, geniş halk kitleleri tarafından benimseniyor. Hükümetlerin ırkçılığa çanak tutan yasalar çıkarması ise, Avrupa’da yükselen sağ eğilimin; hem sağ/ırkçı görüşe yakın isimleri yönetime getirmeleri, hem de ırkçı olmayan yönetimleri de ama oy kaygısıyla ama başka sebeplerle etkisi altına almasıyla açıklanıyor.

ABD’de Ferguson’la alev alan ise; siyahlara yönelik örtük ırkçılığın polis şiddetiyle ortaya çıkmasına yönelik isyandı. Avrupa’da ırkçılık devlet politikalarıyla neredeyse teşvik edilerek büyütülürken, bir diğer kıtadaki ırkçılık yasalarla teşvik edilmiyor ama o devletin memurlarınca tatbik ediliyordu. Kaldı ki Ferguson’da polis şiddet uygulamasaydı bile; bu ABD’de üstü örtülü biçimde siyah ve Müslüman ırkçılığı olmadığını göstermezdi. Polisin yaptığı bunu sadece patlatmak oldu.

Ne düşünmeliyiz bu konuda?

Zira bize belletilen; insanlığın şimdiye kadar bulduğu en iyi yönetim biçiminin demokrasi, en iyi devlet düzeninin de -ulus-devletler giderek meşruiyet krizine girdiği için- ya yerel yönetimleri güçlendirilmiş klasik üniter-devlet modeli ya da federal devlet olduğuydu. Yanlış anlaşılmasın, Batı’da yükselen ırkçılıktan dolayı demokrasiyi ve federasyonlara, kantonlara ayrılmış bulunan, o olmasa bile yerel otoriteyi güçlendirmiş olan devlet modelini suçlamıyorum; ama insan hakları kavramlarının; özgürlüğün, eşitliğin demokrasiyle yaşıt ve ilişkili olduğu da bir sır değil. Bugün artık, daha çok yerelleşmenin daha çok özgürlük olarak telakki edildiği de ortada.

Bu nedenle, bu kadar çok eşitlik, özgürlük derken; bu kadar çok ırkçılık üreten bir sistemin sorgulanması gerekiyor.

Sözgelimi Fransız Devrimi’nin tüm Batı için paradigmatik bir yönü olduğu ve Avrupa’da eskiye dair her şeyden kopuşu simgelediği için dünyanın gelmiş geçmiş en önemli devrimi olduğu, bir benzerinin bulunmadığı söylenir. Oysa, bugünkü Almanya’da Noel ilahileri okuyarak yapılan ırkçı gösterilerin; Türklerin ve Müslümanların evlerinin işyerlerinin kundaklanmasının; -velev ki seküler gerekçelerle yapılsın- “cadı yakma törenleri”nden ne farkı var? Eskiden kadınları eşitleri olarak görmediği için yakanların torunları şimdi de, göçmenleri ve Müslümanları eşitleri olarak görmediği için yakmıyor mu? Fransız Devrimi belki de o kadar paradigmatik değildir; belki eski sadece form değiştirmiştir, olamaz mı?

İnsanoğlundaki o korkunç güdüye, ırkçılığa; görülüyor ki; her vatandaşı eşit, özgür addeden demokrasi de; vatandaşın yönetime katılımını öngören federasyon sistemi ve yerel yönetimin güçlendirilmesi de çare olamadı. Zira, ulus-devlet modeli nasıl ki, çerçevesi ve gerekirlilikleri belirlenmiş bir vatandaş modeli öngördü ve bu modele uygun olmayan kimlikleri baskılama ve yer yer yok etme yoluna gittiyse; federatif yapılar da; bölgesel eşitsizliği en tepede evrensel olarak eşitlemeyi denedi ama bunu başaramadı. Çünkü, bir toplumun genel olarak eşiti görmediği –sözgelimi ABD toplumunun kurucu üyeliğini, bu yolla da meşruiyet hakkını elinde tutan beyazları; içten içe siyahları eşit görmemesi gibi- kimlikler, yerel yönetim kurumlarında da kendisine yer bulamaz. Yer bulamadıkça da, “makbul görülmeyen” kimlikler büyütülür, bireyin belirleyicisi olurlar.

Yani ki, önümüzdeki örneklerden yola çıkarsak, yönetim biçiminin demokrasi olduğu, eşitliğin mottolaştırıldığı bir yerden, ille de eşitlik çıkmayabilir. Yönetime katılımın fetişleştirildiği bir yerden özgürlük çıkmayabileceği gibi. Çünkü bir de, gelenekten akıp gelen, çoğunlukla süreklilik arz eden ve toplumsal davranışları belirleyen “değerler” vardır. Ve bir ülkede Müslümanlara, göçmenlere karşı gösteri yapılıyorsa, o ülkede “eşitlik” bir ortak değer olamamış demektir, en süper demokrasiye sahip olsa bile...

Dolayısıyla yüzyıllar boyunca sömürülmüş, yoksulluktan kırılan, hiçbir zaman tercih ettikleri yöneticiyi de; istedikleri yaşam tarzını da seçememiş Müslüman toplumların “terör” üretmesi kötüdür; ama eşitlik; özgürlük; katılım diye diye; ırkçılık üreten, yönetimleri de buna mecbur eden toplumların ortak kibri daha kötüdür.

Sanırım tedavi edilemez olan da budur.

#Yeni Şafak
#Almanya
#Müslümanlar
#IŞİD
#ABD
#Ferguson
9 yıl önce
Irkçı Batı mı, terörist Doğu mu?
Mekânın şerefini içinde oturanlar sağlar
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?