|
“Suriyelileri gönderelim” isimli kalpsizlik
Kemal Kılıçdaroğlu'nun “Suriyeli kardeşlerimizi geri göndereceğiz, her insan doğduğu toprakta, kendi ülkesinde mutlu olur” lafı günlerdir eleştiriliyor. Doğal olarak.

Kılıçdaroğlu'nun, “Suriyeli kardeşlerinin” bir ülkesinin kalıp kalmadığının tartışma götürür bir konu olduğunu bilmiyor olmadığını varsayamayız, değil mi? İnsanın durup dururken, içinde mutlu olduğu, sevdiklerinin, evinin, barkının bulunduğu ülkesini, her şeyi geride bırakarak apar topar terk etmesini rasyonalize edecek bir akıl yürütme biçimi de yok.

O halde, neden söyledi o sözleri CHP lideri? Şefkat maskesi altından yüzümüze karşı sırıtan ırkçılığın sebebi nedir? AK Parti'nin her icraatını doğru-yanlış demeden, körlemesine değilleme siyaseti mi?

Eğer Suriyelilerin ağırlanmasına beyaz Türklerin itirazları olduğunu, sokakta Suriyelilerle karşılaşmanın bile onlar için kabus demek olduğunu bilmiyor olsaydım; bu soruya evet diyebilirdim. Şişli'de, Teşvikiye'de, Bağdat Caddesi'nde yürürken kulağınıza sık sık çalınacak derecedeki açık düşmanlığa bizzat şahit olmamış olsaydım, yaptıklarını anti-AKP'ciliğe verip geçebilirdim.

Ama değil.

CHP lideri, her ne kadar, oy toplama kaygısıyla “biz değiştik, rejim bekçiliği gömleğimizi çıkardık” fazına geçmişse de; kökü eskide ulusal refleksler, yeri geldikçe bilinçaltından kafasını çıkarıveriyor işte. “Evlerine göndereceğiz” lafı da o bilinçaltının yumurtlaması.

Baştan alalım: İmparatorluktan geriye kalanlardan bir ulus-devlet çıkarma amacındaki kadrolar, Cumhuriyet'i kurarken ulus inşa etme stratejisi olarak; yabancı ve azınlıkları ayrıştırmış, sadeleştirilmiş Türkçe dışındaki tüm dilleri illegalize etmiş, İslam'ın Sünni yorumunu “ibadetlerde aşırıya kaçmamak, görüntüde bir Batılı'dan ayırt edilmemek” şartıyla benimsemiş ve benimsetmişti. Hele de yabancı düşmanlığının bir cüzü olarak Araplar, Türkleri arkadan vuran bedeviler olarak tasniflenmişti. Araplar, yeni devletin ideolojik aygıtlarıyla, özellikle de okul müfredatları yoluyla yeni kuşaklar için bir nefret objesine dönüştürülmüştü. Ama hem Batılılaşma ve modernleşme mottoları, hem de bizden “ileride” oldukları düşüncesi Batılı yabancılara o kadar da sert çıkılmamasına neden olmuştu. Yine de, her birimizin tedrisinden geçtiği kurucu aklın yabancı düşmanlığı oldukça keskindir; -bilirsiniz- en ufak bir anlaşmazlık durumunda “Batılı dostlarımıza” karşı şoven söylemler patlayıverir. “Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur”, “bir Türk dünyaya bedeldir” ve benzeri savsözlerin çıkış yeri de burasıdır.

Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu'nun Suriyeli göçmenleri evlerine gönderme gayretinin sosyolojik bir tabanı var ve bu taban Kılıçdaroğlu'nun yaptığına mezhepçilik deyip geçebilmek için fazla Sünni, fazla elit. Bu insanlar neredeyse, silme beyaz Türk ve yaklaşımlarının kaynağı da Arap düşmanlığı. Suriyelilere karşı “bizim kazancımızla besleniyorlar” homurtularının ekonomik durumu pek de ahım şahım olmayan insanların yaşadığı Pendik'ten değil de, hayatları boyunca ortalamanın üstünde hayatlar yaşamışların mahallesi olan Şişli'den yükselmesinin sebebi de bu. Ama bunun bir sebebi daha var: Merhametsizlik.

Ulus-devletin kurulması sürecinde, imparatorluğun travmatize olmuş bakiyesi belki de ancak onlara ortak bir hayal sunularak bir araya getirilebilirdi. Yani, o dönemde yapılması gereken belki de Atatürk ve kadrolarının yaptığıydı. Ancak ulus devletin kurulumunda işin teknik yönü tamamlanmasına rağmen, manevi ortak iyi kavramı tesis edilemedi. Aslında çimento biraz da bu yüzden tutmadı.

Bunu açarsam, dini altyapılı manevi değerler reddedilmesine karşın onların yerini dolduracak yeni değerler inşa edilemedi. Dünyevi çıkışlı dahi olsa insan topluluklarının “moral” denilen bazı ortak değerlere –göstermelik bile olsa- ihtiyacı vardır. Batı'da bunlar, anti-ırkçılık, yaşama hakkı, özgürlük, eşitlik, yoksulluğun azaltılması gibi ladini temalar çerçevesinde örgütlendi. Oysa Türkiye Cumhuriyeti kadroları, gelecek kuşaklara Cumhuriyet'e bekçilik etmeyi öylesine sıkı tembihledi ki, memlekette başka hiçbir duyarlılığa yer kalmadı.

Bakın, dindar kesimdeki sivil toplumun dünyanın dört yanına yayılan yardım hareketine. Afrika'dan tutun, Gazze'ye dek, -Müslüman ya da değil- her düşeni kaldırmaya çalışıyorlar; Suriyeliler dahil… Oysa karşı mahallede, ne sivil toplum gelişti, ne de herhangi bir konuda insani bir duyarlılık filizlenebildi.

Bu sosyolojiye haksızlık ettiğimi düşünenler olabilir; zira çizdiğim manzara pek de iç açıcı sayılmaz. Ancak can havliyle kendilerini Türkiye'ye atmış Suriyeli göçmenlere karşı “kadınlarının fahişelik yaptığını” söyleyebilecek kadar zıvanadan çıkabilen bu ortak kalpsizliği açıklayacak başka bir argüman da bulamıyorum. Maalesef.
#kılıçdaroğlu
#seçimler
#suriye
9 yıl önce
“Suriyelileri gönderelim” isimli kalpsizlik
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset