|
Türk aydınının yükselişi ve düşüşü
Savcı Kiraz'ın katledilmesinden sonra, çeşitli gerekçelerle yazmayı ertelediğim bir konu var; Türkiye'nin aydın sorunu. Aydınları neden 'sorun' olarak nitelediğime geleceğim; ama Batı'da da aydın tanımının, aydınlanmadan itibaren dünyayı seküler bir zihinle yeniden kurmaya çalışan zümre için kullanıldığını, hatta aydın adının aydınlanmaya referans olduğunu bilmek gerekiyor.

Sorun şu ki, Batı toplumlarında aydınlar, halkın yerleşik otoriteyle kavga ede ede kendini var ettiği bir atmosferde doğmuş, halkın gönüllü olduğu yeni hayat biçiminin içinden çıkmış; dolayısıyla “hissediş” olarak kendi toplumlarından uzak düşmemiş insanlardan oluşan bir zümreydi. Elbette bu zümre halkın önünde olan bir topluluktu ama halkla aralarında bir yabancılaşma ilişkisi hiç olmadı.

Oysa, Türkiye'de bütün devrimler zorla, tepeden indirildiği gibi, aydınlar da bu devrimleri savunmak, kültür değişimine öncülük etmek, değişeni daha popüler ve yaygın hale getirmek, yeni bir yaşam tarzının öncülüğünü yapmak üzere, “üretildi”. Dolayısıyla tanımı gereği, “oppozisyon” olması gereken aydın koordinatı, Türkiye'de “Kemalizm'in ve onun sınırlarını çizdiği yaşam biçimlerinin taşıyıcısı olarak devleti savunmak” haline geldi. Bu insanlar, -üç-dört kuşaktır- kurucu aklın “Kemalist ilkelere bağlılık” kriteriyle özel olarak seçtiği; bürokrasiye, medyaya yerleştirilmiş, sermayeye erişimi kolaylaştırılmış, önleri açılmış; çocukları yurtdışında okutulmuş; sesi ve sözü kitlelere ulaşması sağlanmış kişilerdi.

Dolayısıyla; bugün olsa ikinci ve daha büyük bir Gezi'ye sebep olabilecek; 2000 yılındaki 30 mahkumun katledildiği Hayata Dönüş Operasyonu'na “Devlet Girdi” manşetinin atılması; yıllarca, Kürtlerle, dindarlarla, azınlıklarla ilgili o utanç verici yayınların yapılması; Uğur Kaymaz adlı Kürt çocuğunun sırtından devlet kurşunlarının çıkarılması; faili meçhullerin, işkencelerin, yasakların yıllar boyunca gırla gitmesi; o dönem -hepsi de Türkiye'de yaşıyordu- o seçilmiş kişilerin torunları olan dönem aydınlarının adalet duygusunu incitmedi. Hiçbiri “devlet çocuklarımızı öldürüyor” diye Cumhuriyet mitingleri düzenlemedi, sokaklara dökülmedi, tencere tavalara sarılmadı, eylemcileri desteklemedi.

Küçük bir kısmını dışarıda tutarsak, Türk aydınlarına göre, insanlara zulmetse bile vardı devletin bir bildiği. İnsan hakları ihlalleri gibi minik detaylar, içinde yaşadıkları dış çerçevesi kalın ve koyu bir kibirden müteşekkil fanusun geçirgen olmayan sınırlarından içeri giremedi. Bu a priori aydınlar, kendiliğinden oluşmuş bir sınıf olmadığı için böyle oldu; çünkü onlar Cumhuriyet tarihi boyunca maddi-manevi hep desteklendi. Gazeteleri çok sattı, yazarları okundu, işadamları çok kazandı, mühendisleri, doktorları halkı çok azarladı; böyle olduğu için de içinden çıktıkları toplumu anlamaya hiç hiç ihtiyaç duymadılar. Anlama ihtiyacı duymadıkları için de, hem toplumun önünde yürüyüp hem topluma nüfuz etmeyi başaramadılar.

Dolayısıyla bu aydınların; bugünkü “Berkin” muhalefetinin; savcı öldüren katillere gerekçe temin etmelerinin; bir zamanlar ölesiye nefret ettikleri cemaat-paralellerle kolkola girmelerinin; normal şartlar altında Ahmet Kaya'ya çektikleri “şerefsiz” muamelesini hiçbir tereddüt göstermeden çekebileceklerini düşündüğüm Demirtaş'ı, demokrasi ve barış güvercinine dönüştürmelerinin altında da aynı ontolojik sebep yatıyor.

Devletin, o eski, güzel günlerdeki devlet olmaması. Erdoğan'ın yönettiği bir ülkede yaşıyor olmaları. Kemalizm bütün ilkeleri ve kurumlarıyla demode olduğu gibi; bir “kurucu rejim üretimi” olarak kendilerinin de gözden ve çaptan düşmeye başladıklarını farketmeleri. Kendileri gibi olmayan yeni seçkinlerle yer değiştirmeye başlamaları…

Bu yüzden işte, 13 yaşında havan mermisi tarafından parçalanan Ceylan Önkol'un köyüne bir savcının bile gönderilmemesi de; Sağlık Karnesi'nde saçı açık fotoğrafı olmadığı için tedavisi geciktirilerek ölümüne yol açılan Medine Bircan'a reva görülenler de; Berkin Elvan'ın polis kurşunuyla ölümü de aynı duyarlılıkla eleştirilmedi aydınlar tarafından…

Batı'daki aydın tanımıyla bizdekinin en büyük farkı buydu işte; bizim aydınımızın duyarlılığı bile “adamına göre”ydi. Ve devlete muhalefet etmeye başlamalarının sebebi de, haksızlıklar değil, varoluşsal bir kaygıya düşmeleriydi…

Umarım, onların yerini almaya başlayan yeni seçkinler de, aynı kibir sisinin arkasından, aynı büyüklenme körlüğüyle bakmazlar dünyaya… Akif'in sözünü ettiği “okur-yazar denilen o eski baş belası” haline gelmezler zamanla…
#gezi
#aydınlar
#ahmet kaya
#özlem albayrak
9 yıl önce
Türk aydınının yükselişi ve düşüşü
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı