|
Ve hüsran olursa her aşkın sonu

Çok değişik insanlar var; Sayın Bülent Arınç’ın ifadesiyle, “Kurban olduğum Allah, verdikçe veriyor!”

Bunlardan birine, yıllar önce, ufunetli 28 Şubat sürecinde tanık olmuştum.

Büfeciydi.

Topağacı’ndaki işyerimden eve dönüşte muhakkak uğrar, mizah dergileri, yerel gazeteler, çocuklara çikolata falan ve o vakitler fosur fosur içtiğimiz sigaradan alırdım.

Gel zaman git zaman aşina olmuş, ayaküstü hal hatır sormaya başlamıştık.

Hal hatır dediğim, o “nasılsın?” diye sorar, ben de “iyilik güzellik, ne olsun” diye kestirip atmaya çalışırdım.

Tuhaftı.

Sanki ben “iyilik güzellik...” dememişim gibi, “sorma yav, çok kötü...” diye devam ederdi.

Yılın her gününde, her halükarda fasılasız mızmızlanan muhteremlerin en azgınlarındandı.

Ona göre sadece her şey kötüye gitmiyordu; herkes de kendisi gibi her şeyin kötüye gittiğini düşünüyordu.

Biraz bizim “vesayetçi şebelek köşe yazarlarına” benziyordu. “Kime sorsam AKP’ye karşı, nasıl oluyor da iki kişinden biri bunlara oy veriyor. Sandıkta hile mi var...” yollu mızmızlanıyorlar ya, onları diyorum.

E tabii bizim büfeci bunlarla karşılaştırılmayacak kadar sevimliydi.

Aslında sevmesini bilsen, “vesayetçi şebelekler” de az sevimli değildir.

Yazık ki, şöyle bir sevince anında mahkemeye koşuyorlar. Hakime de diyemezsin ki, “benim niyetim tahkir ve tezyif değil, sadece sevmekti.” Neyse...

Büfeciyle birbirimizi ezberlemiştik.

O kadar ki, ben onun ne diyeceğini biliyordum, o da benim ne alacağımı.

Ben daha ne satın alacağımı söylemeden poşeti hazırlar, ücreti söylerdi. Bazen çikolata tercihlerinde hata yaptığı olurdu; ne ki uyarmaya üşenirdim, ücreti neyse öder, çekip giderdim.

Dolayısıyla “memleket meselesi” dışında kelam edilmezdi.

Hayır, kaçış yoktu. Adamın şekvacı oluşu her alana uzanıyordu, konuyu değiştirseniz fayda etmezdi.

Monty Python parodisi gibiydi.

“Yüzde yüzlük o penaltıyı hakem nasıl görmez kardeşim” deseniz, “Çok haklısın yav, sattığımızın yerine yenisini koyamıyoruz” şeklinde devam ederdi.

Baktım olacak gibi değil, huyuna gitmeye başladım.

O “nasıl gidiyor?” diye selamsız sabahsız başlayınca, ben de naçar, “nasıl gidecek kardeşim, çok kötü çok, mahvolduk, yandık bittik... ” karşılığını verir oldum.

Alışveriş süresince muhabbet şöyle akardı:

“Sorma yav, yandık ki ne yandık! Ne yapacağız, nasıl yapacağız, anlamadım.”

“Yok yok, bu böyle gitmez...”

“Nasıl gitsin ki....sattığımızın yerine yenisini koyamıyoruz...”

Zamanla “nasıl gidiyor” demesine bile fırsat vermeden direkt mevzuya dalmaya başladım. Zaten 28 Şubat süreci canımı yakıyordu. “Böyle memleket mi olur” diye “dan” diye lafa girip “çok kötü, çok... alayına adanamersinkastamonu” diyerek alışverişimi tamamlardım.

Günlerden bir gün yine böyle “yandık bittik” diye lafa girince, “bir gün de şükret yav, hep yakınıyorsun” demez mi?

Çok ilginçti çok!

Meşhur Çin atasözü, “İlginç zamanlarda yaşayasın” der.

Taş plak devrinden MP4 Çalar devrine geldik.

Bir yanda Müzeyyen Senar bir yanda Rihanna. Sanki dersin Innaritu kurgusunda yaşıyoruz gibi.

Müzeyyen Senar benim vazgeçilmezlerimdendi

Dün bir arkadaşım aradı, ne yapıyorsun diye sordu, “Müzeyyen Senar dinliyorum” dedim... “valla iyi” dedi, “dünya yıkılıyor, senin keyfin gıcır...”

Gelgelelim Müzeyyen Senar dinlerken dün “Hakan Fidan konusunda yanıldık mı?” başlıklı yazıyı yazdım.

Şimdi de “Stratejik Derinlik” kitabında daha önce altını çizdiğim satırlara şöyle bir göz gezdirirken bu yazıyı yazdım.

Başlık mı?

Merhume Müzeyyen Senar’ın en çok sevdiğim “Hatırla Sevgilim” şarkısından: “Ve hüsran olursa her aşkın sonu...”

Hayır yani ne yapalım, “sattığımızın yerine yenisini koyamıyoruz ki...”

#Bülent Arınç
#AKP
#Monty Python
9 yıl önce
Ve hüsran olursa her aşkın sonu
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’