|
12 Eylül’ün gölgesinde Başkanlık tartışmaları

Başkanlık rejimi mi, Cumhurbaşkanlığı rejimi mi? Tartışmalar devam ediyor. Aslında bu tartışmaların odaklandığı noktanın, Türkiye’nin; üstelik yeni ve dinamik Türkiye’nin önümüzdeki on senelerde yönetilebilirliğini sağlamakla ilgili olduğunu sanmıyorum. Yâni tercihleri, vaziyet alışları Türkiye’nin daha “iyi” yönetilmesi endişesi değil; siyâsal kazanım beklentileri yönlendiriyor.

Gerek iktidâr, gerek muhalefet çevrelerinin paylaştığından kuşku duymadığım husus, Türkiye’nin “iyi” yönetilemediği hususudur. Garip olan buradaki “iyi” vurgusudur. İyi, ahlâkî bir kavramdır. Oysa yönetim, her boyutuyla ahlâkî bir olgu değildir. Yâni, yönetimin “nesnel” bir boyutu mevcuttur. Belki buna “başarılı”, “etkin” ya da “etkili” sıfatlarını eklemek gerekiyor. Meselâ, “iyi” yönetilmeyi bekleyenler, her zaman “başarılı” ya da “etkin” yönetilmeyi istiyorlar mı? Emin değilim. Tersinden bakalım; “etkin” yönetilmeyi isteyenler, aynı zamanda “iyi” yönetilmeyi istiyorlar mı? Bundan da emin değilim.

İyi yönetimden beklenenler nelerdir? Bu, “adâlet” ve “hukuk” gibi iki eksene oturuyor. Yâni, ahlâktan hareket ediyor. İyi yönetim beklentisi genellikle “mevcut, veri bir iktidârın uygulamalarının”; kendilerine şöyle, böyle bir şeyler kaybettirdiği zümreleri dikkate alarak, bu kayıpların telâfisini sağlama misyonunda hareket eder. Kötü yöneticilerin hak ve hukuku zedelediğini her yerde gür bir sesle dile getirir. Onların gözünde , meselâ “Türkiye iyi yönetilmiyor” demek, ağırlıklı olarak uğranılan haksızlıklardan duyulan rahatsızlıkların ifâdesidir.

İktidâr cephesinden bakıldığında ise, tablo biraz farklıdır. İktidâr pratikleri içinde, belki de önceden farkına varılmayan çok sayıda “nesnel” sıkıntının farkına varılıyor. Dolayısıyla “yönetim sorunlarının, “etkin” ya da “verimli” yönetim meselesi olarak ortaya konulabilme ihtimâli artıyor. Ama tablo sadece bununla sınırlı değil. İktidârı güçlendirici düzenleme arzusu da yönlendirici olabiliyor. Bu da ibreyi “yönetsel” bir mesele olmaktan çıkararak “siyâsal” bir zemine çekiyor.

Türkiye’nin dinamikleri, 12 Eylül etkilerinin devam ettiği bir iklimde kendisine nitelikli ve optimal sonuçları olabilecek bir karşılık arıyor. Üzerinde azımsanmayacak bir takım değişiklikler yapılmış olsa da, hâlâ 12 Eylül Anayasası ve yasalarıyla yönetiliyoruz. Pek çok kurum ve kuruluş varlığını 12 Eylül’e borçlu. Ama, bu vesâyetçi köhne yapılardan kurtulmak yolunda ilkeli ve kararlı bir siyâsal duruştan hâlâ yoksun olduğumuzu söyleyebilirim. Her siyâsal iktidârın, öncesinde dile getirdiği 12 Eylül karşıtı bir söyleme rağmen, 12 Eylül’ün nimetlerinden tepe tepe faydalandığına alıştık. Ama durum şimdi daha vahim. Siyâsal tartışmalar, 12 Eylül’den en fazla sıkıntı duymuş bazı partileri ve kadroları, 12 Eylül’ü var eden, merkeziyetçi, elitist ve vesâyetçi bir siyâsal kültürün sabitelerine körü körüne mahkûm ediyor. Dikkat edilirse, bu söylemde ilkesel bir eleştiri yok. Vesâyet sorgulanmıyor. Sorgulanan “vesâyetçi”nin kim olduğu. Yâni, bu mutandan, lâkin içerik olarak cılız söylemin 12 Eylül eleştirilerinde örtük olarak; “vesâyetçiler iyi olursa, vesâyet de iyi olur” gibi bir bakış var.

Başkanlık rejimi tartışmalarında karşı çıkılan vesâyet kodlarının tasfiyesidir. Tek adamın diktatoryal yönetiminden korkuluyorsa; bu partilerin aynayı biraz da kendilerine tutmaları gerekiyor. “Tek adamlık” yönetimler konusunda bakalım kendi sicillerinde neler görecekler?

Elbette ki doğrudan seçilmiş bir başkanın yönetimi eş anlı olarak popülist-otoriter bir yönetime yol açabilir. Ama başkanlık sistemi, bu kadar basit değil. Tartışmaların ezberden çok, bu durumun “denge-denetleme” mekanizmalarıyla ne kadar desteklendiğini gündeme taşıması beklenir. İkincisi, başkanlık sisteminin “adem-i merkeziyetçi” ve “katılımcı” yapılarla bağının her şekilde işlenmesi ve tartışılması gerekiyor. Bir taraftan başkanlık rejiminin tek adam yönetimi üzerinden aşırı merkeziyetçiliğe evrilmesinden; diğer taraftan da “bölünüp parçalanmaktan” korkmak şizoid bir durum değil mi?

Hâsılı, Başkanlık rejimi tartışmaları; i)Türkiye’nin yönetim sorununun târihsel zaaflarını odaktan çıkarmayarak ii) Başta siyâsal partiler olmak üzere, cümle siyâsal yapıların ve işleyişlerin târihsel-kültürel sorunlarını toptan bir eleştirinin konusu hâline getirmesi durumunda anlamlı olacak gözüküyor. Başkanlık rejimi eğer, 12 Eylül hortlaklarının dolaştığı bu irili ufaklı yapıların da dönüşümünü içermiyorsa, o zaman bilelim ki sonuçlar hiç de beklenen gibi olmayacaktır.

#Türkiye
#12 Eylül
#Başkanlık
9 yıl önce
12 Eylül’ün gölgesinde Başkanlık tartışmaları
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’