|
Dünya dışbükeyleşirken

Türkiye dünyâ işbölümünde bir yarı-merkez ülke konumundadır. Bu, siyâseten, cümle sorunları ile uluslaşmasında ve modern devletini inşâsında gözüküyor. Türkiye’nin ekonomik olarak ise yine tipik olarak bir yarı merkez ülkenin yaşaması muhtemel olan inişli-çıkışlı bir grafiği var.

Keynesgil dünyâda, yarı-merkez ülkeler bir sıkışmışlık manzarası gösteriyordu. Bu hem siyâseten, hem de ekonomik olarak böyleydi. Zamansal olarak bahsi geçen devir II. Genel Savaş sonrası onyıllardır. Bu devirde, sağlanan geçici büyüme dönemleri dışında hep bir büzüşme yaşanırdı. Bu büzüşmenin temel çıktıları bıktırıcı ideolojik kavgalar, askerî darbeler ve ekonomik krizlerdi.

Sıkışma, büzüşme gibi kavramlar, Türkiye’yi de içine alan yarı-merkez dünyâda lümpen çıkar çevreleri, ordular ve bürokrasiler arasında, iç talana dönük ve kemikleşmiş, aynı zamanda son derecede lümpen ittifakların doğmasına yol açtı.

Post-Keynesgil dünyâda sermâyenin yeni yapılanması, yarı-merkez dünyâyı da derinden etkiledi. Yeni kapitalizm, merkez kapitalist dünyâdan yarı-merkez dünyâya doğru, fırsatlar ve risklerle yüklü bir sermâye hareketliliğini başlattı. Bu akış; finans, mal ve hizmet akışıydı. Elbette niteliği îtibârıyla eşitsiz ve bağımlılaştırıcıydı. Yâni, yaşanan görece bolluklara aldanmamak gerekiyor. Yâni para bollanıyor, ama yüklü fâiz ödemelerine dayalı borçlanma artıyordu. Vitrinler şenleniyordu, ama satınalma gücü yerinde sayıyordu. Hizmetler çeşitleniyor, ama sâdece belli bir azınlığın yararına işliyordu.

Yarı-merkez dünyâ için iki seçenek vardı. Ya bu şâibeli bollaşmayı birikimci kararlarla rasyonalize edecek ve sürdürülebilir bir büyümeye dönüştürecek; ya da bolluğu bir savurganlığa dönüştürerek doğan bazı fırsatları tüketecekti. İlki derin yapısal dönüşümleri gerektiriyordu. Elbette suyun başını tutan merkez kapitalist dünyânın tercihi ikincisiydi. Çünkü ancak bu durumda herşey onların kontrolünde kalacaktı. Bunun için yarı-merkez dünyânın yerleşik oligarşileriyle iş tuttular. Oligarşinin işine de gelen buydu. Yavaş, yavaş üretimden çekildiler ve finansal bir kapitalizm ile iş tuttular. İttifâkın bürokratik-askerî ayağını da yanlarına aldılar. Düzenlerini sürdürebilmek için de, siyâseti ulus ve devlet inşâsının doğurduğu sorunları azdırarak yeniden şekillendirdiler.

Türkiye, sürece 12 Eylül askerî darbesi ve ANAP ile girdi. Bu çok sancılı bir dönemdi. Kabul etmeliyiz ki geçişin ağır toplumsal sıkıntıları finansal kapitalizmin zaferi ile sonuçlandı. Özal hem sürecin içinde, hem de dışındaydı. Bu açıdan Özal’ın durumunu çok trajik bulmuşumdur. Bir yandan finansal çevrelerle iş tutmak zorundaydı. Diğer yandan da, süreci rasyonalize edici ve sağlanan birikimleri sürüdürülebilir bir büyümeye kavuşturacak adımları atmaya çalışıyordu. Olmadı ve yerleşik oligarşi kazandı. 1990-2000 arası Türkiye’de tam bir iç talan dönemi oldu.

Bunun ardından gelen AK Parti dönemi bu oligarşik yapıya karşı bir mücâdele dönemidir. Bu dönemin akıl almaz kışkırtmalar ve komplolarla çok çetin geçtiğini biliyoruz. Öyle gözüküyor ki oligarşi mücâdeleyi 2015 seçimlerine kadar sürüdürecek. Ama yeni dönemde-görünen de o- AK Parti yeniden kazanırsa, çözülecek. Son raund oynanıyor. Sorun, yeni dönemde atılacak adımlarda.

Eğer seçimde başarılı olursa yeni dönemde Ahmet Davutoğlu yeni kadrosuyla ağırlığını arttıracaktır. Bu yolda dikkat çekici bir dönüşümün hazırlığın yaşandığı şekilde yaşanıyor. Türkiye’nin, 2000-2015 arasındaki Türkiye’den çok farklı olacağı âşikâr. Benim beklentim, yeni dönemde AK Parti’nin içinden gelen ve yolsuzluk odağında uç veren başka tür bir lümpenleşme eğiliminin tasfiyesidir. Eğer yeni Türkiye deniliyorsa bu olmak zorunda. Yeni Türkiye’nin buna tahammülü yok. Türkiye, nihâyet Çin’in de katılmasıyla durgunluğa girmeye başlayan dünyâda, düşük enflasyonu, enerji yolları üzerinde artan önemi ve petrol fiyatlarının da düş(ürül)mesi, câri açığını da kapatmaya başlaması suretiyle pek çok fırsata sâhip. Bu fırsatlar ancak cesur yapısal dönüşümlerle anlam kazanacak. Diğer taraftan, sonuçları Türkiye açısından gayrı âdil olan ABD ile Avrupa’nın ticâret anlaşması ekonomiyi sıkıştırıyor. Görülen o ki, Batı’dan gelen bu dışbükey baskı güneydeki kaotik durumun dezavantajlarına eklemleniyor. Bu da Türkiye’yi, kuzey ve doğuda, elini güçlendirecek daha bağımsız ve cesur bir bölgesel dış politikayı izlemesini zorunlu kılıyor. Hiç şüphesiz bu da yeni sorunları gündeme taşıyacak. Hasılı, dünyânın durgunlaştığı yeni dönemde, bir yarı-merkez güç olarak Türkiye’nin eş anlı olarak etkinleştirecek fırsatlar ile etkinliğini sınırlandıracak gelişmeler eş anlı olarak yaşanıyor. Oscar Wild’ın dediği gibi “yaşayan görür”....

#Keynesgil
#lümpen ittifakları
#Özal
9 years ago
Dünya dışbükeyleşirken
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…