|
Durumsal komedi ve durumsal muhalefet

Antonio Gramsci çok dikkat çekici tahlillere sahip bir düşünür ve eylem adamıydı. Yolunu izlediği Marx’ın teorisinde ve ideolojisindeki bazı hatâların derinden farkına varmıştı. Ustası, inançlar ve değerler başta olmak üzere kültürel dünyâyı, üretim tarzının ve ilişkilerinin basit bir yansıması olarak görüyordu. Sınıfsal siyâsal mücâdelede belirleyici olanın, onların nesnel koşulları olduğuna; dolayısıyla, meselâ işçi sınıfının bilinçlenmesini bu koşulların belirleyeceğine inanıyordu. Gramsci ise bizzat pratiğin içinde bunun böyle olmadığını görmüş, işçilerin onca yoksulluk varken neden partinin dâvetine uymadığını ve inanç temelli sağ siyâsetlerden vazgeçmediğini anlamaya çalışmıştı. Hapishânede tuttuğu notlar bu hesaplaşmayı içerir. Neticede geldiği noktada, işçi sınıfını kuşatan egemen ideolojinin hegemonik etkilerini bertaraf etmek için, organik (adanmış) aydınların önderliğinde bir karşıt kültürel-ideolojik mücâdelenin de başlatılması ve sürdürülmesi gerektiğini ileri sürmüştü.

Sol siyâsetlerde orta sınıf entelektüellerin etkisini her şekilde arttıran bu mücâdeleler büyük ölçüde fiyaskoyla sonuçlandı. Hâsılı Gramsci tahlilleriyle çok büyük bir katkı yapmıştı. Ama bu tahlillerden yola çıkarak geliştirdiği stratejiler ve taktikler için aynı şeyleri söylemek zordur. Ama bizim için daha mühim olan, sol mücâdelelerin, bizzat adreslediği kendi hedef kütlesinde “inanç yaratmakta” hatırı sayılır bir başarısızlık yaşamasıdır. Çok basit bir kıyaslama yapalım: Solun kültürel-ideolojik aygıtları, insanlığı, o çok küçümsedikleri ve küresel bir yalan olarak eleştirdikleri “Amerikan Rüyası”nın çeyreği kadar bile etkileyemedi. Avrupa komünizminin verdiği tâvizler bile bu gelişmenin önünü alamadı.

Bana kalırsa, dünyâ egemenlerinin bu başarısızlıktan ürettiği çok önemli dersler var. 19.Yüzyıl boyunca, özellikle Kıt’a Avrupasında sağ egemen ideolojilerle tahkim edilmiş devlet siyâsetleri sol hareketlerle kıran kırana ve çok acımasız bir mücâdele yaptı. Faşizm, Nazizm ve Falanjizm gibi uygulamalarda solu acımasızca ezdi. Bu başarılar kurulu düzenleri geçici olarak rahatlattı belki. Ama bu meyanda onların meşruluk kaybına vesile oldu. II.Dünyâ Savaşı'ndan sonra, tablo değişti. Bir defa, solu güçlendirecek ve iktidara getirecek olan etkenlerin, solun özgül başarılarından çok, sağın aptallıkları olacağı daha net olarak anlaşıldı. Bu, egemenleri rahatlatan bir algıydı. Sonrası geldi. Gramsci’nin tahlillerini izleyecek olursak; sol, ideolojik-kültürel hegemonya mücâdelesini kaybetti. Sosyalist ya da Sosyal-Demokrat Partiler sistemin parçaları haline geldiler. Komünist Partiler’in gücü önce sâbitlendi; daha sonra da hızla eriyip yok olma mertebesine geldi.

Egemen ideolojiler bu başarıyla yetinmedi. Solun bütün kültürel ideolojik birikimini hallaç pamuğu gibi atarak öz kültürel sermâyesine kattı. Sermâye artık sol sloganlardan korkmuyor. Tam tersine onlara sempati bile besliyor. Bunu sol geçmişli reklamcılara ve PİAR’cılara borçluyuz. Her sol slogan ya da kült sol figür bundan şu ya da bu derecede nasibini almıştır. (En tipik örneği de artık bir T-Shirt ikonu olan Che Guevera’dır). Geçenlerde bir billboard üzerinde bunun somut bir yansımasını gördüm. Bir sigorta şirketi verdiği reklâmda yaşanmış felâketleri hatırlatıyor ve ardından sloganını patlatıyordu: ”Susma; sustukça sıra sana gelecek”...Ne tuhaf değil mi? Sermâye tarihinde bu kadar solculaşmamıştı. Neredeyse TÜSİAD’ı bile muteber bir sol baskı grubu olarak göreceğiz.

Sol artık işçi sınıfını kaybetti. Bu sınıf, yeni kapitalist ilişkilerde elbette yok olmadı. Hatta ben, günümüzde, eski tarzıyla olmasa bile proleterleşmenin derinleştiğini düşünenlerdenim. Ama proleteryanın organik yapısının çözülerek atomize olduğunu görüyoruz. Bu da işçi sınıfını siyâsal bir özne olarak var eden koşulların erimesi anlamına geliyor. Dünyânın bodrum katlarında büzüşen ve kimsenin umurunda olmayan milyarlarca insanı yeniden siyâsetin kulvarlarına çekecek olan “inandırıcı” bir network doğmuş değil. Bu gerçeği veri alarak doğacak bir network nasıl olacak bilmiyorum. Ama bildiğim, arkaik sol söylemlerin bu network içinde asla yeri olmayacağı. Bu net-work’ün oluşması dünyanın çelişkilerini ezber dışı okuyabilen tahlilleri başarmaktan geçiyor. Solcuların kahir ekseriyeti zihnen bunu yapacak durumda değil. Burjuva dünyânın solculukta ve herşeyi solculaştırmaktaki inadı da bu durumu değiştirmeyecektir. Çünkü daha önce olduğu gibi kitleler onların “kahır mektuplarını” okumuyor.

Organik entelektüellerin elinde organik bir sınıf gerçekliği kalmadı. Bu sebeple önce ideolojik bir “yenilenmeye” gittiler. Bu yenilenme, sol söylemleri liberallikle soslayarak geliştirdikleri yeni bir söylemi var etti. İkinci olarak da halâ organikliğini muhafaza edebilen kültürel cemaatlere yapıştılar. Onlar da olmasa ne yapacaklardı acaba?

Ezberlerine gömülmüş ve sokak edebiyatları parçalayan organik entelektüellerin örgütlediği muhalefet hareketleri, cebinde ya da bagajında “kaybetmiş” olmaktan doğan durumsal tepkilerin ayartılmasından ve kışkırtılmasından ibâret hâle geldi. Durumsal komedinin (sit-com) hüküm sürdüğü bir dünyâya da galiba durumsal muhalefetler yakışıyor. Mizâhı çarpıtan siyâseti de çarpıtıyor. Zâten yeni muhalif söylemin mizansenlerinde sık sık durumsal komedi ile durumsal siyâsetin biraraya gelmesi acaba bir tesâdüf müdür?

#Antonio Gramsci
#Hâsılı Gramsci
#Faşizm
9 yıl önce
Durumsal komedi ve durumsal muhalefet
CHP"den aday olmuşum da haberim yok
Nisyan ile malûm
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar