|
Kadınlar Günü

Dün bir Dünya Kadınlar Gününü daha idrâk ettik. Bu çeşit günler bir “farkındalık yaratma”, ya da “hatırlatma” işlevi görsün diye tertip ediliyor. Hemen mefhum-u muhalifinden hareket edelim: Demek ki “farkında değiliz”; demek ki “unutuyoruz”.

Uygarlığın en temelli sorunlarından birisi olan “kadın sorunu”nun lâyıkıyla idrâk edilebilmiş olduğunu sanmıyorum. Kadın sorununu tanımak, kadın sorununu idrâk etmiş olmak anlamına gelmiyor. Bu sorunu dile getirmek; 8 Mart ve benzeri günlerde “iyi niyetli temennilerde bulunmak” ve kadın anjelizmi üzerinden vaaz vermek de bu idrâkin bir göstergesi sayılamaz.

Kadın sorununu kapsamlı bir uygarlık meselesi olarak görmek bile yeteri kadar tartışmalıdır. Gelenekçiler kadın sorununu modernliğin, modernistler ise geleneğin doğurduğu bir sorun olarak görmekte halâ ısrarlı görünüyorlar. Halbuki kadın sorunu çok târihsel bir sorun. Biliyoruz ki kadın, gelenekte erkek ile eşit (aynı değil) tanımlanmıyordu. Kadın etrafında oluşturulan ve genellikle annelikle bitişik olarak işlenen bir tür anjelizm, kadının gördüğü ve bir bakıma da mahkûm edildiği yegâne kutsanmaydı. Bunun dışında kadın, dozları farklı da olsa kesintisiz bir diabolizmin konusuydu.

Gelenekte kadın sorununun çoğu defalar görünür olmamasının iki esaslı sebebi olduğunu düşünüyorum. İlki, kadının işbölümündeki konumunun “ev” ile sınırlı kalmasıydı. Gelenekte erkek tarafından kadına yönelik şefkat hayli yaygın yaşanmış olabilir. (“Dedem annaneme çok müşfik davranırmış” benzeri söylemleri hatırlayalım). Ama bu, erkeğin şefkati ona lütfetmesiyle alâkalıdır. İkincisi ve belki de daha mühimi, gelenekte bu eşitsizlik hegemonik, yâni rızayı da içeren bir baskının içinde örgütlenmişti. Hâsılı gelenek kadın-erkek eşitsizliğini hem örgütlüyor, hem de inceltiyordu.

Modernliğin bu konudaki çelişkisi çok daha yamandır. Çünkü modernlik görece olarak geçmişten arınmayı içerir. Bunu da özgürlük ve eşitlik temelinde yapar. İyi ama, modernliğe övgü düzen literatürde kadının aşağılanmasına ne diyeceğiz? Modern filozoflar arasında kadına doğru düzgün bakabilmeyi becerebilen kaç kişi vardır? Tam tersine modern düşünce kadını özellikle aşağılar. Yani diabolizmi gelenekten devralır; hatta radikalize eder. Püritanların kadını şeytanlaştırması dillere destandır. Püritan ailelerde kadının görevi kocasına tam itaat, üremeye hizmet etmek, çocuğunu gerçek bir püritan olarak yetiştirmektir.

Gelin görün ki mızrak çuvala sığmamıştır. Ekonomide kadının kitleler hâlinde, şartları çok ağır olan üretime koşulması geleneksel hegemonik ilişkileri çözmüştür. Kadının ekonomide kadın emeği olarak nesneleştirilmesi ve bu ilişkilerin kamusallaşması eleştirel modern kadın bilincinin oluşmasına yol açtı. Kapitalist işbölümü târihi içinde kadının kamusallaşması iki türlü oldu. Hem “emek” olarak hem de bir “arzu nesnesi” olarak”. Kadın emeği zaman içinde ağırlığını hissettirdi. Çalışan kadın, en gelenekçi çevrelerde bile kabul gördü. Ama bir “arzu nesnesi” olarak kadın aşağılanmaya devam etti. Kimse onu arzu nesnesi haline getiren şartları uzun boylu tartışmadı. Daha çok “arzu nesnesi olmak” kadının özel ve şeytânî bir tercihi olarak algılandı ve aşağılandı. Gelenekten devralınan anne anjelizmi kıstas kılınarak kadın dünyası “evlenilecek” ve “düşüp kalkılacak” kadınlar arasında ayrımsallaştırıldı.

Zaman içinde kadın emeğinin rafineleşmesi ve kaba emek dünyasından kadınsallaşarak ayrışması durumu daha da sıkıntıya soktu. (Aman sekreter –patron ilişkisini işleyen karikatürleri gözden kaçırmayalım). Yeni kapitalizm bu ince geçişleri ifâde ediyor. Tarlalardan, fabrikalara; dairelerden bürolara; plazalara uzanan işbölümü târihinde artık kadın tutulamaz halde. Kapitalizm en dişil evresine girdi. Bunu kadının kurtuluşu olarak görenlerden değilim; ama teslim etmeliyiz ki kapitalizmin dinamikleriyle harekete geçen ontolojik diyalektik kadınları erkeksileştiriyor, erkekleri ise garip bir biçimde dişilleştiriyor. Erkek ontolojisini sarsan bu gelişmeler, eğitimli çevrelerden eğitimsiz çevrelere doğru yaygın bir şiddeti doğuruyor. Şiddet bir çaresizliğin göstergesidir. Kadına yönelik her şiddet erkek egemenliğinin pekiştirilmesine değil, tam tersine onun çözülüşüne işâret ediyor. Bu çözülüş grotesk olarak gerçek ile onun temsilini bile karıştırabiliyor. Yakın zamanda Hülya Avşar’ın mâruz kaldığı tepki de bunu çok iyi ortaya koyuyor. Oyunculukta çok kaabiliyetli olduğunu düşündüğüm Hülya Avşar’ın, ülkücü oğlu asılmış bir anneyi oynamasına gösterilen tepki, annelik odağında bu rolü hak etmediğine hükmetmek olsa, olsa erkek dünyanın çözülüşüne delâlet eder...

#Dünya Kadınlar Günü
#kadın sorunu
#Kapitalist
9 yıl önce
Kadınlar Günü
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler