|
Kanlı göç yolları
Ölümün insanı nerede beklediğini bilemiyoruz. Ölüm bâzen insanları oturduğu, uyuduğu yerde de bulabilir. Ama yer değiştirmeye dayalı hareketler, sefere çıkmak ya da seyahat etmek, ölüm ihtimâli ve riskini arttırıyor. Bu, yer değiştirmelerin yoğunlaşıp sıklaştığı, insanı evinden dışarıya iten modern dünyâda daha da belirginleşiyor. Sefere çıkanlar, bilincinde olsun olmasın, şu ya da bu derecede ölüm ihtimâlini de yedeklerine almış oluyorlar. Nitekim ölümlü trafik kazâları sefere çıkmakla alakalı. Ama garip olan şu: Zaman içinde, bu tarz kazâlar, eğer sayısal olarak kalabalık ve toplu ölümlere yol açmamışsa toplumsal bir kanıksamanın konusu haline geliyor. Belki sâdece senelik bilançolar karşımıza çıktığı zaman, bunun ağır sonuçları hakkında bir fikir sahibi olabiliyoruz.

Galiba bütün mesele evimizden dışarıya çıkmanın bedeli. Eğer böyle bakarsak, kanıksadığımız trafik kazâlarıyla, yine kanıksadığımız yasadışı göç ölümleri arasındaki bağlantıyı yakalayabiliriz. Burada ölümlü trafik kazâları ile ölümlü yasadışı göç kazâları arasında, ilk bakışta görülmesi zor bir ilişki aydınlanıyor.

Metinlerden hareket ederek değerlendirecek olursak, semâvî dinler arasında, dünyâyı “evleştiren” ve cümle insanlığa açan (vaad eden) yegâne dinin İslâmiyet olduğunu düşünüyorum. Yahudilik'te ev, yeryüzünün özel bir bölgesini(vaad edilmiş topraklar olarak) sınırlandırıyor ve fetiş hâle getiriyor. Göç ve sürgün yorgunu İsrailoğullarına bir umut oluyor. Hristiyanlık ise yeryüzünü, cümle nesillere sâri kıldığı ilk günah çilesinin çekildiği bir sürgün yeri olarak toptan değersizleştiriyor. Sâdece İslamiyet her nesli doğumları îtibârıyla mâsum görüyor ve yeryüzünü insanlığa verilmiş ilâhî bir hediye olarak değerlendiriyor.

Tabiî ki bunlar metinler üzerinden söylenebilecek hususlar. Târihsel pratikte en fazla dünyâsallaşanlar, yeryüzünden en fazla nasiplenenler, “Judeo-Christian” topluluklar oluyor. İronik olan husus şu: Sürgün hayâtı, ister Yahudilerde olduğu gibi doğrudan bir tecrübeye dayansın, ister Hristiyanlarda olduğu gibi zaten metnin tabiatından neşet edip gönüllü bir kabûlün eseri olsun; târihin garip bir cilvesi olarak bu topluluklar, yeryüzünün en fazla dünyâsallaşan toplulukları oldular. Diğer taraftan metinleri dünyâsdallaşmaya en açık İslâm toplulukları ise târihsel coğrâfî karşılıklarıyla “evlerine” mahkûm ediliyor ve dünyâsallaşmaları istenmiyor.

Bu tablo, dünyâda sermâyenin temerküzü ve bu temerküzün doğurduğu eşitsiz ilişkilerinin sonucudur. Temerküzün olduğu yerlerde yaşayan topluluklar, hangi dinden ya da etniklikten olursa olsun geniş bir seyyâliyet ve seyahat ayrıcalığı elde ediyor. Yeryüzü onların oluyor. Temerküzün zayıf olduğu yerlerde yaşayanlara gelince; eşitsiz iç paylaşımdan görece nasiplenip turistik bir fırsat elde edebilenler hâriç, büyük kütleler halinde evlerine mahkûm ediliyor.

Sermâye temerküzünün zayıf olduğu coğrafyaların dezavantajlı yüzbinlerce insanı, yeryüzünün çeperlerinden önce yarı-merkez dünyânın duraklarını izleyerek, merkez memleketlere “kapağı atmaya” çalışıyorlar. Bu, dünyânın modern göç haritasını ve trafiğini oluşturuyor. Bu trafik “yasadışı” ilân ediliyor. Ama buna kanmamak lâzımdır. Diyalektik düşünce yasallığa gizlenmiş yasadışılığı; yasadışılığa büründürülmüş bir yasallığı görmemizi mümkün kılıyor. Dünyâda emeğin işbölümü, derinlerde bir yerde “çalışan-işsiz” ayırımını anlamsızlaştırıyor. Aslında çalışanlar kendilerini bekleyen işsizlik tehlikesiyle çalışıyor. Yâni “elleri” işte, ama “zihinleri” işsizlik riskinde. İşsiz sandıklarımız ise “düşük mâliyet” prensibince, mevcût çalışanların işlerini ellerinden alabileceklerini biliyor. Yâni, elleri boş, ama zihinlerinde bir iş yatıyor. Kapitalist işbölümünde emeğin sarkaçlanmasını, emek piyasalarının içinde yer alan, emeği emeğe kırdıran bir diyalektik yönetiyor. Dolayısıyla, yasa dışı göç, alenen olmasa bile görece olarak “istenen” bir trafik ve içinde vicdânı kirli insanların iş tuttuğu bir sektöre teslim ediliyor. Bu trafiğin içinde yüzen “fazla” ise yine göz yumulan “kazâlarla” tasfiye ediliyor. Bu kazâların yol açtığı ölümlerin sayısını tam olarak kestiremiyoruz. 2014'de resmi ölüm sayısı 3.419 olarak veriliyor. Ama gerçek sayının 20.000 civarında olduğu herkes tarafından dile getiriliyor. 2015'in ilk yarısı ise kayıplardaki büyük bir patlamayı ortaya koyuyor. Artık hemen hergün onlarca, yüzlerce ölümlü tekne kazâsının haberini alır olduk.

Geçen hafta sonu ziyaret ettiğim ve İzmir'in “şirin” bir kıyı kasabasında yaşayan eski bir arkadaşım bana bu trafikle ilgili korkunç şeyler anlattı. Hâsılı, bu dünyâ insanları önce evine mahkûm edip, daha sonra zorunlu bir sefere sürüyor. İnsan kaçakçılığı, orta sınıf düşlerin pazarlanması sûretiyle güzellenen bir dünyânın, aslında ne kadar çirkefe batmış olduğunu gösteriyor. Türkiye ise maalesef bu trafikte çok kritik bir durak. Korkunç kazâların haberlerine gelince; korkarım süreci bir vak'ay-ı âdiyeye dönüştürecek. Tıpkı trafik kazâları gibi, tekne kazâlarını da ölenin öldüğü ile kaldığı, kanıksanmış kazâlar listemize dâhil edeceğiz. Ne acı, değil mi?.....
#semâvî dinler
#Kanlı göç yolları
#sermaye
9 yıl önce
Kanlı göç yolları
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset