|
Kaybeden ve kazananlara mektup
Siyâsal partiler 2015 seçimleri için aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu'na verdiler. Mühim bir eşik daha aşıldı. 7 Haziran günü bu adayların bir kısmı seçilecek, diğerleri ise kaybedecek. Türkiye'de yeni bir meclis çalışmaya başlayacak.

Modern dünyâ bir rekâbet dünyâsıdır. Gelenekte rekâbet duygusu, ayıplı duygular hanesinde yer alırdı. Bu geleneksel dünyâlarda rekâbetin olmadığı mânâsına elbette ki gelmiyor. Rekâbet o zamanlar için de vardı. Geleneksel ve modern dünyâlar arasındaki temel fark, ilkinde bu çok “örtük”, hatta “gizli” yapılırken, ikincisinde “alenîleşmesi”dir. Tabiî ki farklar bununla sınırlı kalmamıştır: Rekâbetin alenîleşmesi, aynı zamanda onun “meşrûlaşması”; giderek “olumlanması” ve nihâyet “yaygınlaşması sonucunu doğurmuştur. Hele günümüzde yaygın ve hegemonik olan söylem, “rekâbet”in gerek bireysel, gerek toplumsal düzeylerdeki olumlu katkılarıdır. Söyleme kulak kabartıp hatırlayalım:”Rekâbet iyidir”. “Rekâbet toplumları harekete geçirir, hücrelerini yeniler”. “Rekâbet başarının anahtarıdır”, ilh…

Bütün bunlar birer güzellemedir. Güzellemesi yapılan şeyler ise benim gözümde sâdece şüpheyi arttırmaya yarar. Güzelin güzellenmeye ihtiyâcı yoktur ki. Eğer bir şey güzelleniyorsa, onda muhtemelen bir çirkinlik yatmaktadır. Meselâ “tatlı rekâbet” ifâdesini düşünelim. Mefhûm-i muhâlifinden gidelim: Demek ki rekâbetin bir de “acısı” varmış. Pekiyi, rekâbeti tatlı hâle getiren ne olabilir? Belki de kurallı ve mâkûl olmasıdır. Yâni kaybedenin, kaybettiği zaman duygusal olarak yaşayacağı muhtemel gerilimlerin, belki de isyanların bastırılmasıdır bu. İyi de, bu “bastırma”, “sindirme” ya da “kabûl etme”nin neresi tatlı olabilir acaba? Tatlı rekâbetin insanlara kaybettirdiklerinin neresinden damıtılır bu tad? Bastırma ya da sindirme geride hangi tortuları bırakır acaba? Bu tortular, “hadi, hadi, üzülme, daha çok çalış, bir gün sen de kazanırsın” gibi züğürt tesellisi lafların uçuştuğu görece yatıştırıcı ortamlara inat, daha sonra nasıl açığa çıkar?

Aklıma defalarca seyrettiğimiz spor yarışmalarının nihâyetinde yaşananlar geliyor. Meselâ naklen yayımlanan bir 100 metre yarışını düşünelim. Başlangıçta her bir atlet seyircilere gösterilir. Yarış başlar ve sonunda sâdece bir kişi kazanır. Objektifler, kameralar diğerlerini bırakır ve sâdece birinciye odaklanır. Diğerleri görüş açısından çıkar ve sanki buharlaşır; yok olup gider.

Nedense ben hep kaybetmişlerin dünyâsını daha fazla merak etmişimdir. Acaba o ara yarışın beşincisi, ya da sonuncusu ne yapmaktadır? Neden onlara da mikrofon tutulmaz? Neden onların duyguları ihmâl edilir?

Modern dünyâda başarının âdil olmayan bir dağılımı var. Kazanan ve kaybeden arasındaki ayırım ne kadar “uygar rekâbet” söylemiyle gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, çok keskin ve acımasız. Kazananları azınlık, kaybedenleri ise çoğunluk kılan bir ideoloji bu. Bu ideolojinin hem çok rafine, hem de banâl karşılıkları var. Ama netice aynı kapıya çıkıyor. Bunu tartışmıyoruz. Hattâ tartışmayı bile abes buluyoruz. Meselâ bu konuda Darvincilik çok dikkatimi çekiyor: Bir biyoloji kuramı olarak Darvincilik etrafında yürütülen hummalı tartışmaların, Sosyal Darvincilik için boşlukta kalmasını nasıl açıklayabiliriz?

Düz bir bakışla görülebilir ki Türkiye'de “spor” ,”sanat” ve “siyâset” bu örgütlenmiş rekâbet dünyâsının en azılı kodlarını veriyor. Bu kodları çözmek neredeyse geriye başka bir şey bırakmamacasına cümle Türkiye'yi çözmektir. Bu da bâzı ilişkileri kurmanın dışında özel bir zahmet gerektirmiyor. Zâten bu alanların, özerkliklerini hızla kaybedip, birbirlerine karşı şaşırtıcı ölçülerde geçirgenlik kazandığına tanık oluyoruz. Siyâseti futbol; futbolu siyâset; sanatı siyâset; siyâseti sanat gibi tartışmak artık her zaman olduğundan daha kolay.

Gâliba bütün maharet; bâzı hayât alanlarını örgütlenmiş ve kodlanmış bir rekâbet dünyâsının dışına çıkarabilmek; bir de bu alanlarda sırf merak sâikiyle bir şeylerde, hiç kimseyle rekâbet etmeden “işlenmenin” hem bireysel; hem de paylaşımcı lezzetini hatırlayabilmekte yatıyor. Hadi, hadi; ne kazananlar o kadar sevinsin; ne de kaybedenler o kadar üzülsün… Değmez… Gerçekten değmez…
#Kaybeden ve kazananlara mektup
#köşe yazısı
#Yüksek Seçim Kurulu
9 yıl önce
Kaybeden ve kazananlara mektup
Muhsin Yazıcıoğlu"nun altı çizilen satırları
Dikkat! Terör Süreci’nden sonra Fitne Süreci geliyor...
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!