|
Kenan Evren’in ardından
Kenan Evren öldü. Ölmüş bir insanın adından konuşmak ahlâkî bir davranış sayılmaz. Ölenin kendisini savunma imkânı yoktur. En doğrusu susmaktır. Ama bahse konu olan, târihe mâl olmuş bir şahsiyet ise bu ahlâkî ilke kaçınılmaz olarak esnemek durumundadır. 78 Kuşağı'na mensup ve 12 Eylül'ün her aşamasına bilinçli bir şekilde şâhitlik etmiş bir insan olarak, Kenan Evren'in ölümü karşısında “içimden gelenleri” en sıkı sansürden geçirdikten sonra bile söyleyebileceğim şudur: Kenan Evren'in ölümüne çok üzüldüm. İsterdim ki, biraz daha yaşasın. Hiç değilse mahkûmiyetinin kesinleşmesi, rütbelerinin sökülmesi, er rütbesine indirilmesini görsün. Olmadı. Bu memlekete ağır kayıplar yaşatmış, yüzbinlerce ocağı söndürmüş işkenceci bir hareketin lideri olarak, kendisine bir devlet töreni yapılacak. Bir protokol ezberi ve refleksiyle yapılacak bu soğuk tören, milletin onurunu bir defa daha kıracak. Bu devletin acabâ kimin devleti olduğu sorusunu acı acı sorduracak. Benim esas merak ettiğim, helâllik istenirken, elbette âilesi dışında oralarda kimin saf tutmuş olduğudur.

Kenan Evren bir sembol isimdir. Bu memleketin insanlarının halâ atlatamadığı 12 Eylül travması onun ismiyle anılıyor. Semboller bir tarafıyla toplu bir kavrayış imkânı sağlar. Ama aynı semboller diğer tarafıyla, kavrayışı içeriksizleştirme ve ucuzlatma riski doğurur. Sembolün bizzat kendisini paravan kılarak onun sembolize ettiği ne varsa boşaltılır. 12 Eylül çok katılımlı; dolayısıyla, birden çok sorumlusu olan büyük bir organizasyondur. Bu süreçten “birinci dereceden” ve “doğrudan” sorumlu tutulacak kişilerin sayısı herhalde bol sıfırlıdır. Dolaylı sorumlulara gelince durum daha da karmaşık bir hâle gelmektedir.

Tahlile biraz geriden, 12 Eylül öncesi yaşanan sivil şiddet süreçlerinin taraflarından başlayalım. Daha sonra 12 Eylül'ün “birinci derecede” gadrine uğrayacak olan sol ve sağ militanizmin kadrolarından, bugünlere sağ kalmış olanların söylemine bakıyorum da, çok şaşırıyorum. 78 Kuşağı bu söylem tarafından tuhaf bir şekilde azizleştiriliyor ve bir “Altın Kuşak” olarak sunuluyor. Meselâ sol söyleme göre, o günlerin solcu gençleri, “yükselen faşizme karşı” hayâcesartı pahasına mücâdele eden siyâsal evliyaları olarak anlatılıyor. Sağ söylemde ise ölen, işkence gören ülkücülerin “yükselen komünist tehlikeye” karşı canlarını hiçe sayarak mücâdele eden kahramanlar olduğu ısrarla savunuluyor. 12 Eylül'ün onlara toplu halde yaşattıklarından halâ ortak bir ders çıkarılmış olmadığını görmek çok düşündürücü. Halbuki 12 Eylül'ün kurbanları aynı neslin insanlarıydı. Hiçbiri kahraman değildi. Kahramanlık ve cesâret, gözükaralıktan ciddi bir nitelik farkı gösterir. Şu menkîbeyi çok severim: Hücresinde çarmıha gerilmeyi bekleyen Hz. İsa bir ara ürperir. “Korkuyorum Baba” diye göklere seslenir. Yukarıdan cevap gelir: “Korkmasaydın cesâretin ne anlamı kalırdı?”.

12 Eylül'ün kurbanları hayâtlarının baharında olan; gözükara ve pek çoğu hayâtın değeri konusunda bir fikir sahibi olamayacak kadar tecrübesiz, saf insanlardı. Bu “saf” insanlar kullanıldı ve kirli bir senaryonun aktörleri haline getirildi. Onlar çocukluklarından henüz sıyrılmış ve ergenliğin her türlü sorunu ağır bir şekilde yaşayan, derin iç yaraları olan bir neslin insanlarıydı. Kahraman değil, gözü karaydılar. Birbirlerini öldürebiliyorlardı. Bu yüzden en azından hepsi mâsum değildi; ama cümlesi saftı. Ve hiçbirisi, her ne yaptıysa yaptı, 12 Eylül'ün işkencelerini haketmiyordu.

Kenan Evren tek başına bu insanları işkenceye yatırmadı. Onlarca gencin boğazına yağlı urganı geçiren o değildi. O sâdece emir verdi. Bu emirleri dört gözle bekleyen ve büyük bir iştahla uygulayanlar, gencecik bedenlere kin ve nefretle saldıran, onları paramparça edenler kimdi? Nazi rejiminin yargılanmasında en büyük kördüğüm de bu değil miydi? Orta ve alt düzeylere indikçe gelen savunmalar ,”Ne yapsaydım? Emir yukarıdan geliyordu” cümlesiyle başlıyordu. Yargı süreci kısa bir şaşkınlık geçirdi. Ama bunun da üzerine gittiler. Emir kulu olmak kimseyi kurtarmadı. Türkiye'de ise bu konuda en küçük bir girişim bile olmadı. 12 Eylül dosyasını 5 generalle sınırlı tuttuk. Bazen bindiğim bir toplu ulaşım aracında emekli tipli yaşlılara şöyle bir bakarım. Nedense şeytanın oyununa gelir, daha sonra birisine haksızlık etmenin rahatsızlığını yaşasam da, “acaba aramızda o dönemin işkencecilerinden birisi var mı?” diye sormaktan kendimi alamam.

Kenan Evren öldü, gitti. Tahsin Şahinkaya'ya uzun ömürler diliyorum. Ama nihâyetinde bunlar hiç önemli değil. Çünkü işin mutandan tarafı. Ben, Bay Kenan Evren'in insan zekâsından kuşkuya düşüren konuşmalarını dinlemek için meydanları dolduran o büyük kitlelerin; Kenan Evren'in yaptırdığı Babayasa'ya %91 oranında “Evet” diyen o büyük ve sessiz çoğunluğun sosyolojisinin peşindeyim. Bu sosyolojinin “sönümlenmesine” şâhitlik edebilmek âhir ömrümün en temennisidir. Ve eğer gerçekleşirse en büyük tesellisi olacaktır.
#Kenan Evren
#12 Eylül
#Altın Kuşak
9 yıl önce
Kenan Evren’in ardından
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’