|
Keskinler, dokunulmazlar ve donuklar
Evet aralarında bâzı esnaf çocukları vardı; ama kâhir ekseriyeti taşralıydı. Ergenlik sorunlarıyla, okumak için geldikleri görece büyük şehirlerin yabancıladıkları ve dâhil olmakta büyük bir tereddüt yaşadıkları hayât tarzlarına karşı uyumsuzlukları birleşiyor ve onları siyâsal keskinliklerin hüküm sürdüğü mücâdelelere itiyordu. Benim gözümde solcu ya da sağcı olmaları fark etmiyordu. Ortak bir sosyoloji içinde ayrışıyorlar ve birbirlerine acımasızca ve ölümcül bir şiddetle saldırıyorlardı. Hepsi birer Don Kişot'tu aslında. Ve aslında kimbilir içlerindeki kim ve neye saldırıyorlardı?

Şehirlerin varoşlarında kiraladıkları sıvasız ve sobalı evlerde, yarı aç, yarı tok; ağırlıklı olarak erkek komünler hâlinde yaşıyorlardı. Herşeylerini; paralarını, parkalarını, pantolonlarını, kazaklarını paylaşıyorlardı. Bu evlerde buzdolabı yoktu. Zaten, özellikle kış mevsiminde buna ihtiyaçları olduğu bile söylenemezdi. Banyoları bir felâketti. Bir musluğa bağlanmış hortumla soğuk duş yaparlardı. Plâstik kovalar ve deterjanlar banyolarının vazgeçilmez aksesuarlarıydı. En büyük lüksleri uyduruk bir teypten ideolojilerini işleyen türkülerin döndüğü kasetleri dinlemekti. Evlerinde, kimbilir hangi âbilerden kalma, muhtemelen bat pazarlarından kelepire alınan yataklar, çekyatlar, battaniyeler; memlekete dönüşte üç beş parça eşyalarını taşıyan sun'i deri bavullar, duvara çiviyle tutturulmuş ve elbiseleri taşıyan askılıklar, bir köşede piknik tüp, sıvı yağ ve deterjan; yanında ince belli çay bardakları, bir kutu şeker, çatal ve kaşıklar; eğreti bir masada ya da orda burda hoyratça okunmuş, ciltleri dağılmış kitaplar… Kendilerine göre bir devşirme düzenleri vardı. Komünlerine kendi memleketlilerini katıyor ve çoğalıyorlar ve içlerindeki taşrayı büyütüyorlardı. Onlar kavga ettiler; öldüler, öldürdüler; görece uyanıkları paçayı bir şekilde kurtardı; kalanları işkencelerden geçirildi ve savrulup gittiler….

Bir de “dokunulmazlar” vardı. Onlar da birbirlerini hemen buluyordu. Orta sınıf meslek sâhibi âilelerin çocuklarıydı bunlar. Doktor, avukat, mühendis âilelerin bakımlı çocuklarıydı onlar. Onlara, şehrin palazlanmış tüccar ve “fabrikatör” âilerinin çocukları eklemleniverirdi hemen. Komünal hayat burada da devâm ediyordu. Hepsi “olaylara karışmamak” üzere tembihliydi. Keskinlerden farklı olarak kızlı erkekliydiler. Kantinlere pek takılmaz, kendi mekânları olan pastahânelerde buluşur, hafta sonları, ya toplu halde sinemaya gider; ya da kendi aralarında partiler düzenlerlerdi. Yaz tatillerinde rahatlarlardı. Âilelerine âit olan; pek çoğu Marmara Adası, Avşa, Erdek, Yalova, Kumla; yallah yallah biraz daha uzaktaki Akçay'daki yazlıklarında tatil yapar; kendi aralarında aşklar yaşarlardı. Çok tuhaftır ki; keskinler onlara hiç bulaşmazdı. Nedense aralarında tam bir sızdırmazlık kanunu işlerdi. Onlara dokunulmazlar demem de bu yüzdendir… Dokunulmazlar bugün işadamı, reklamcı, CEO falan oldu.

Ama benim daha çok ilgimi çeken “donuklar”dı. Onlar da taşradan gelmişlerdi. Tabiatıyla keskin hemşehrilerinin siyâsal komünlerine katılmak için bir süre baskı görürlerdi. Ama bu dâvetlere icâbet etmez; bir süre sonra da yakaları bırakılırdı. Genellikle yalnız yaşarlardı. Memur akrabalarının himmetiyle D.S.İ, Karayolları, Köy Hizmetleri gibi devlet kuruluşlarının lokallerinde ufak tefek hizmet karşılığında bir göz odada barınmalarına izin verilirdi. Üzerini kaba bir battaniye ile örttükleri demir yatakları vardı. Muşamba örtülü küçük bir masa, bir iki sandalye, pilli radyoları olurdu. Geceboyu şarkı türkü dinlerlerdi. Haftada bir hamama giderlerdi. Çok basit olan hayâtlarını keskinlerden ayıran düzenlilikleriydi. Asla aşırı harcama yapmazlardı. Kötü alışkanlıkları olmazdı. Düzenli aralıklarla, âilelerini aramak üzere postahanede kuyruğa girer, hiç yüksünmeden saatlerce sıra beklerlerdi. Ama illâ ki kendileri gibi bir-iki arkadaşları olurdu. Bahar geldiğinde, şehrin ana caddesinde buluşurlar ağır adımlarla yürürler; bir aşamada ise gelip geçen insanları boş nazarlarla seyredebildikleri bir çay bahçesine demir atarlardı. Hitit kabartmaları gibi donuktular… Çok donuktular… Ne düşündüklerini; ne de hissettiklerini anlayabilirdiniz. Derin bir uykuda gibiydiler.. En büyük idealleri devlete kapak atmaktı. Aşık olmazlardı. Eskaza vergi dairesinde ya da postahanede çalışan bir kıza tutulsalar bile, son tercihleri memleketlerindeki büyüklerinin kendileri için peyledikleri akraba kızları; ihtimâl beşik kertmeleri olurdu. Sağcımsı olanlar gıdalarını Tercüman; solcumsu olanlar ise Cumhuriyet gazetesinden alırdı. Araya bir iki Necip Fazıl ya da Nâzım Hikmet şiiri de kaçardı. Hepsi bu kadar….. Artık pek çoğu, torun tombalak sahibi emeklidir herhalde….

Bunları niye mi yazdım? Bu aralar seçim meydanlarında konuşanlar arasında, bol keseden vaadlerde bulunan birisi var. Demek ki Hitit kabartmaları dillenince böyle oluyormuş. Sosyolojisine bir not düşmek istedim.
#Ergenlik
#Nâzım Hikmet
#Plâstik
9 yıl önce
Keskinler, dokunulmazlar ve donuklar
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset