|
Nefret suçları galerisinde bir gezinti

Nefret suçu kavramı son zamanlarda yıldızı parla(tıl)mış bir kavram olarak yükseliyor. Daha mühimi, artık bu kavram yasalarda da karşılığını buluyor. İnsanlar bu suç kapsamında kovuşturmaya uğrayabiliyor.

Doğrusu, nefret suçları kavramının, her yeni kavram gibi kendine özgü bir câzibesi olduğunu söyleyebilirim. Ama, üzerinde durulduğu zaman; insan, kavramın câzibesini sürdürmeyi zora sokan bir ardalanı olduğunu hemen görebiliyor. Hâsılı, ben bu kavramı insanlığın derdine devâ olacak bir şey olarak görmüyorum. Hattâ, bu kavramda ısrar etmenin, mevcut sorunları daha da derinleştiren durumları doğuracağına inanıyorum. Şimdi neden böyle düşündüğümü izah etmeye çalışayım.

Nefret suçu her şeyden önce ifâde özgürlüğü ile gerilimli bir durumdadır. Bu paradoks; hatta uzlaşmaz bir çelişki olarak görülebilir. Nefret suçu, bir tür şiddetten sayılıyor ve nefretin ifâde edilmesine bir yasak konuyor. O halde, ifâde özgürlüğünü sınırlandırıyor. Hakâret zâten bir suç. Hakâretin ifâde özgürlüğünün kapsamı dışında tutulduğunu biliyoruz. Ama nefret suçları, hakâret gibi görece daha nesnel bir ölçünün de dışına çıkıyor. Burada daha çok, bu suçun kendisine karşı işlendiğini düşünen(?) kişinin algısı belirleyici oluyor. Îmâlar, dolaylı anlatımlar, dokundurmalar, göndermeler nefret suçlarının belirleyici dinamikleri olarak değerlendirilebiliyor.

Bu, aynı zamanda, hukukun disiplinini de bozuyor. Çünkü hukukun sağlamlılığı, ancak nesnel olguları kendi sağlam dili üzerinden tanımlayabilme kapasitesi ile ölçülür. Halbuki burada son derecede belirsiz kalmaya mahkûm öznel durumlar var. Nefret nihâyetinde bir duygudur. Hukuk nefret suçları temelinde duyguları yargılamaya soyunuyor. Bu, sözüm ona hukûkî bir incelme başlığında, tam tersine olarak duygulara müdahale gibi bir noktada, kabalaşmaya evriliyor.

Nietzsche ve Freud gibi öncülerin göstermiş olduğu üzere, duyguların bastırılması zâten nesnel uygarlığın en temel meselesidir. Meselâ şiddet bu tarz bastırmaların çarpık sonuçlarından birisidir. Çünkü, bastırılan duyguların nerede, nasıl açığa çıkacağını kimse kestiremez. İfâde özgürlüğü de, bir bakıma, insanlık üzerindeki bu riski görece hafifletmeyi öngörmüyor mu?

Günümüzde, düşünce özgürlüğü ile ifâde özgürlüğü arasındaki bağın bir hayli zayıfladığını düşünüyorum. Bunun sebebi, en azından bir noktadan bakıldığında, düşüncenin büzüşmesidir. Bu, önce üretim toplumunda düşüncenin araçsallaşması olarak yaşandı. Şimdilerde, mâhut tüketim dünyâsında düşünce lükstür. İnsanlığın kâhir ekseriyeti, artık derin düşünceleri önemsemiyor. Düşünceler derinleştikçe, ağırlık ve sıkıntı yaratıyor. Bu da kültürel düzeyde son derecede itici etkiler doğuruyor. Düşüncede en iddialı olan orta sınıflar bile bu işi alabildiğine vernelledi. Artık, yeni entelektüel ve sanatsal işçilikler derinlik peşinde değildir. Girişimlerin kısm-ı âzamı uçucu ve keyif verici ölçüleri zorluyor.

Benzer bir durum, aslında duygular için de geçerlidir. Düşünce kaybı kadar duygu kaybı da yaşıyoruz. Duyguları şâhikasına çıkaran romantizmden geriye ne kaldı ki? O halde soru şu olsa gerekir: Düşünce ve duygu erozyonu içinde biz neyi ifâde ediyoruz? Ben bunların ağırlıklı olarak duygulanımlar olduğunu düşünüyorum. Duygulanım ile duygu arasındaki fark, düpedüz malzeme ile işçilik farkıdır. Bugün elimizde sâdece işçiliği olmayan malzemeler mevcut. İşçiliğin olmadığı yerde olsa olsa vtaşkınlık olur. Postmodern dışavurum da aslında bu iç sahipsizliğin bir karşılığıdır.

Rutinleşmiş dünyâda insanlar bastırılıyor; boğuntu ve bulantı duyguları yaşıyordu. Bu duygular, öyle böyle; daha iyi bir geleceğin tasavvurunu tetikliyordu. Rutinlerin yok edildiği bir dünyâda ise payımıza düşen can sıkıntısından başka bir şey değil. Tabii ki buradan kolay, kolay yeni bir dünyâ tasavvuru çıkmıyor. Bu durum, dar bir ontolojik koridor açıyor önümüze: Uçucu ve zevksiz keyiflerin koridoru. Nefret duygulanımları ise bu keyfin bir parçası. Yâni “öteki”ne vurmaktan keyif alıyoruz. Öteki, önce bir can sıkıntısı yaşatıyor bize; daha sonra da nefret duygulanımı aracılığıyla onu nesneleştiriyoruz. İki lâfımızdan birisinin “çaktım”, diğerinin ise “keyif aldım” olması bu yüzden. Yeni topluluk yapılanmaları da “ortak iyi”den çok “ortak kötü”nün tanımlanmasından doğuyor. Kötünün kim olduğundan emin olduğumuzda biraraya daha kolay geliyoruz. İfâde dünyâmız da ortak kötü algılamasının bize söylettikleri ile yüklü. Nefret suçları düzenlemesi bu psiko-sosyoloji çerçevesinde, ifâde özgürlüğü ile taçlanacak bir ifâde birikiminden ve derinliğinden yoksunlaşmamızın nâfile bir sonucudur.

***

Bu umut kırıcı tablo, hayâtın önemli bir yüzünü ortaya koyuyor. Merak edilmesin; hayât tabii ki bundan ibâret değil. Onun nesnel taraflarındaki aksaklıklarla eşlenmedikten sonra hiçbir öznellik, cirmi dışında yer yakamaz. Târih keyif tarihi değildir. Günlük hayâtta işleyen nesnel dinamiklerin şişleri, öznel târihimizde az balon patlatmadı....

#Nefret suçu
#Nietzsche
#Freud
9 yıl önce
Nefret suçları galerisinde bir gezinti
2023 ne demek!
Bir milat olarak Gazze
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…