|
Osmanlıca kompleksi
Bu memleketin insanlarının ezelî bir dil kompleksi olduğu âşikârdır. Herhâlde bunun dünyâdaki bir başka örneğine rastlamak için hayli uzun bir yolculuğu göze almak gerekir. Çok emin değilim ama, dünyâda Türklerin dil kompleksinin benzerini bulmak çok zor olsa gerekir.

Hâlbuki dil târihimiz açısından her şey çok komplekssiz başlamıştı. Osmanlıca olarak bilinen dil, çok sayıda dilin zenginleştirici etkilerine açık bir dinamik üzerinden şekillenmişti. Bu dilin Arapça ve Farsça'nın paçal edilmesinden doğan sun’i bir dil olduğunu söylemek, olsa olsa bu konudaki bir cehâletin göstergesi olabilir. Bir defâ bu dilin grameri, çok ağırlıklı bir kısmıyla Türkçe'nin grameriydi. Bir dili tanımlamak, ya da adlandırmak için gramer yapısı birinci derecede mühimdir. Diğer taraftan Arapça ve Farsça'dan geçen kelimeler Türkçeleştirilmiş kelimelerdir. Bunların hatırı sayılır bir kısmını Araplara ya da Farslara söylediğinizde anlamayacaklardır. Bu da Osmanlıca'nın aslında Türkçe olduğunun güçlü kanıtlarını verir bize. Nihâyet, Osmanlı Türkçesi, sâdece Arapça ve Farsça kelimeleri değil, imparatorluğun hükümranlığı altında yaşayan çok sayıda toplulukların dillerinden beslenmiştir. Buna Rumca, Ermenice, Bulgarca, Sırpça da dâhildir.

Bu hususlar dikkate alındığında Osmanlı Türkçesi'nin zengin bir bileşim olduğu hemen anlaşılır. Osmanlı Türkçesi “sun’i bir dildi” demek ise lingustik bir başka cehâlet örneğidir. Dil ile sun’ilik arasında ilişki kurmak abestir. Çünkü dil doğadan gelmez. Bizâtihi her dil sun’i bir oluşumdur. Hele hele, somut, fiillerle yüklü ve günlük ihtiyaçlara karşılık gelen dilin dışına bir nebze çıkan her dilsel soyutlama, özellikle sun’i bir yapıntıdır. Bahsedilen bu sun’i yapıntıların “içeriden üretilme” zorunluluğu da yoktur. Bunlar diller arası her türlü etkileşime, alış-verişe açıktır.

Osmanlıca Türkçesi'nin günlük dildeki kapsamı ile resmî-edebî dâirelerdeki kapsamı arasında bir fark olduğuna hemen işâret etmemiz gerekiyor. Bu farklılaşma Osmanlıca-Türkçe farklılaşması değildir. Farklılığı, iki dilin farklılığı gibi koymak; yâni “hâlk(avam) Türkçe; seçkinler(havass) ise Osmanlıca kullanıyordu ” demek son derecede yanlıştır.

Divan ya da saray çevrelerinin, günlük hayât Osmanlıcası ile görece farklılaşması, modernlik öncesi dünyâda zâten görece kopuk olan yöneten-yönetilen ilişkisinin, anlaşılabilir bir niteliği olarak değerlendirilmesi daha uygun olacaktır. Modern dünyâda durum farklılaşmış ve yöneten-yönetilen ilişkisi târihte görülmediği kadar yakınlaşmıştır. Bu yakınlaşma, resmî-edebî dillerin, günlük hayâta dönük bir yeniden üretimini de zorunlu kılmıştır. Modern dünyâda profesyonel jargonlar dışında, günlük hayâttan kopuk dillerin yaşama şansı yoktur.

Herşey rayında gitseydi, Osmanlı Türkçesi de benzer bir evrim geçirecekti. Bu aşamada iki büyük târihsel hata yapıldığını düşünüyorum. Bunlardan ilki; Servet-i Fünûncuların katmerli bir edebî dili; diğeri de buna tepki olarak doğan ve dilde tasfiyecilik olarak bilinen siyâsetlerdir. Ulusal diller, özcülükle değil, yaşayan dilin içinde, ihtiyaçlara bağlı sâdeleşmelerle elde edilir. Türkiye’de bu olmadı. İşin içine ideolojik müdahâleler girdi. Osmanlı Türkçesi, edebiyâtı ve yazısıyla hoyratça aşağılandı. Bunun yerine, büyük ölçüde uydurma bir dil olarak Öz Türkçe konmak istendi. Bu uydurma Türkçe'nin, öz ile de bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Öz Türkçe'yi, Özbekler ve Âzerîler değil, sâdece onu kuranlar anlıyor. Âzerbeycan’da bir edebiyatçının biraz da alaycı bir şekilde, “Yunus Dîvânı'nı anlıyorum, ama ona yazılmış önsözü anlamıyorum” dediğine şâhit olmuştum.

Dili ideolojik bir mesele hâline getirdik. Osmanlıca kelimelerde ısrar etmek, sağcılığın, öz Türkçe kelimeler kullanmak ise solculuğun şânından oldu. Her ikisine de aynı noktadan baktığımı söylemeliyim. Olan oldu: Bu toz duman içinde bu memleketin insanları sonuçta dilsizleşti. Ağır ifâde kayıpları yaşadık. Her ifade kaybının aynı zamanda bir duygu kaybı olduğunu unutmayalım. Bu memleketteki çatışmaların ve gerilimlerin bir kısmı da dilsizleşmenin; yâni ifâde bulamamanın yol açtığı sorunlar olduğunu düşünüyorum. Hâsılı, bu memleketin meselesi şu ya bu dil değil, esasta dilsizlik olduğuna acı da olsa kanaat getirmiş bulunuyorum.

Yakın zamanlardaki, orta öğretime konmak istenen Osmanlıca derslerine dâir tartışmalar, aslında dilsizleşmeye derman olabilecek tartışmalar değildir. Osmanlıca'ya lânet okuyup, onu yabancı bir dil sayanların, çocuklarını İngilizce öğrensin, yanına mümkünse İspanyolca'yı da koysun diye çırpınan insanlar olması ne tuhaf… Kendi diline hor davranıp, başka dilleri konuşurken hata yapmayı küçük kıyamet sayanlardır onlar. Sâdece, o dillerin sâhiplerine maskara olurlar…..
#osmanlıca
#ders
#arapça
#farsça
9 yıl önce
Osmanlıca kompleksi
Kara dinlilerle milletin savaşı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?