|
Solcular ve sağcılar...

Türkiye’de siyâsal bölünmeler, biraz da sosyoloji tenbelliğinden kaynaklı olarak şablonlarla açıklanıyor. Şu çok âşina olduğumuz sol-sağ ayırımı bunun tipik bir misâlidir. Bunu; liberâller, sosyalistler, sosyal demokratlar, muhafazakârlar gibi ideolojik yelpazede dilediğiniz kadar çeşitlendirebilirsiniz.

Bahsedilen şablonlar bizim Batı siyâsal kültüründen ödünç aldığımız, devşirdiğimiz şablonlardır. Aslında onlar ortaya çıktığı yerde sosyolojik-târihsel gerçekliklerle çakışır. Burada ise emânet gibi durur. Daha mühimi, zaman içinde bambaşka görüntülerle karşımıza çıkar. O kadar ki, emânetçiyi, emânet aldığı üzerinden tanıyamazsınız. Meselâ bu ülkede muhafazakâr olmak, muhafaza etmek adına çok az şey yapar. Çoğu defâ neyi muhafaza etmek konusunda zihninde derli toplu bir şey bulamazsınız. Yâni, bir değer duygusundan hareket etmez. Daha çok hayât tecrübeleri konusundaki endişeler, takıntılar belirler bu memleketin muhafazakârını. Yâni burada muhafazakârlığın basit refleksleri dolaşır. Muhafazakârlık daha çok bir sendrom olarak işler. Garip bir biçimde çok farklı ideolojilere mensup, hatta kağıt üzerinde kendisine asla muhafazakâr demeyen; hatta tam tersine solcu, ilerici diyen insanlar arasında da yaygın bir muhafazakâr sendromu ya da refleksi görürüz. 78’liler solcu-sağcı olarak birbirlerini öldürüyordu. Ama aslında ilişikileri itibarıyla hepsi muhafazakâr reflekslerle donanmışlardı.

Diğer taraftan muhafazakâr siyâsetler (sağcılaşmış muhafazakârlık) bizzat tahripkâr bir doğrultu kazanabilir. Nitekim bu memlekette, ruhu şâd olsun ama Menderes’ten başlayarak muhafazakâr siyâsetlerin sicili çok bozuk olan muhafazakâr bir tahripkarlıktan bahsetmek bir bakıma da mâlûmu ilâm etmek olur. Sonra Allah aşkına nedir bu sağcılık takıntısı? Muhafazakârlık sağcı olmak zorunda mı? Muhafazakârlık muhafazakârlık olarak kalıp sağcılaştırılmasa çok başka açılımlar taşıyabilir. (Nûri Pakdil ile yapılan son röportaj bu durumu çok net görmemizi sağlıyor). Nitekim pek ortaya dökülmeyen, ama muhafazakâr düşünürler ile muhafazakâr siyâsetler arasında giderek büyüyen bir çatlak dikkât çekicidir. Muhafazakâr düşünürler hala muhafazakâr siyâsetleri destekliyor. Ama bazıları için bu kerhen bir desteğe dönüşmüş durumda. Konjonktürel gelişmelerde bu destek artabiliyor. Ama, “iç celselerde” dikkât çekici bir şikâyet hissediliyor.

Liberâller için de benzer bir değerlendirme yapmak tuhaf kaçmayacaktır. Meselâ sağ liberaller arasında küreselleşmeyi, yâni yeni ekonomik akılcılığı savunmayı liberalliğin amentüsü gibi görenler var. Hattâ buna muhafazakâr damar da destek veriyor. Anarko kapitalizmi savunmak için liberal ya da muhafazakâr olmak neden gereksin ki? Doğrusu sol muhafazakârlık olarak da adlandırılan bir dünyâ üzerinde bâhusus durmak isterim. Liberâllerin hatırı sayılır bir kısmı, liberâlliklerini ortodoks sol geçmişlerinden arınmaya borçlu olduklarını dile getirmeyi severler. Bu bir bakıma, çocukluk döneminin geride bırakılmasına ve olgunlaşmaya yorulur. Sol liberâl olmaları ise, Amerikan siyâsal kültüründe olduğu gibi “bizâtihi” bir durum değil, geçmişleriyle nostaljik düzeyde de olsa bir sürekliliği korumak istemeleridir. Onlar solcu oldukları için liberâldirler. Yâni, solcu olmalarının emperatifidir liberâl olmak. Bu sebeple ısınan siyâset içinde, bugün geldikleri nokta kızgın ve militan bir liberâlliktir. Bu konuda o kadar kendilerini kaybediyorlar ki, şu mâhut “AKP belâsı”ndan ve “Tayyip Erdoğan”dan kurtulabilmek için en sonunda darbeye bile râzı oldular.

Hakikâten de garip bir siyâsal kültür bu. Tıpkı bir karadelik gibi herşeyi, belki de daha ruşeym halindeyken içine alıyor ve yutuyor.. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, “davalarını” bu şablonların dışına çıkaramıyor. Hepsi önce solcu oluyor, daha sonra Kürt, Alevi ya da Ermeni. Halbuki solcu olmadan da Kürt, Alevi ya da Ermeni olmak, bu davaları belki de daha gerçekçi eksenlerde taşımak mümkündür. Türk milliyetçileri bile önce sağcı (devletçi) oluyor, sonra milliyetçi. Oysa sağcı olmadan milliyetçi de olunabilir; milliyetçi olmadan da devletçi olunabileceği gibi. Sosyal-demokrat olmak için lâikçi, çağdaşlaşmacı ve devletçi olmak şart değildir; tıpkı lâikçi, çağdaşlaşmacı ve devletçi olmak için sosyal demokrat olmanın şart olmadığı gibi. Ama gelin görün ki bu memlekette, Allah’ın emri gibi önce lâikçi olunur, sonra sosyal demokrat.

Cemil Meriç merhûm, ideolojik saplantıları “deli gömleklerine” benzetmişti. Doğrusu bu düşünceye katılıyorum. İdeolojik angajmanlardan oldum olası uzak durdum. Ama daha esaslı olan sorun bu değil. Türkiye’deki siyâsal akıl tutulmalarından ideolojik tercihler ya da angajmanlar değil, onları da önceleyen başka kültürel sâbiteler sorumludur. Hattâ ben bunu daha çok sağcılaştırma ve solculaştırma olarak formüle edebileceğim, içine sayısız takıntının girdiği bir durumla alâkalı buluyorum. Gâliba Türkiye’de siyâsal analizlerin kalıcı değeri, biraz da solculaştırılarak ya da sağcılaştırılarak nelerin baskınlaştırıldığını anlamakla ölçülür.

#şablon
#Muhafazakâr
#Menderes
9 yıl önce
Solcular ve sağcılar...
Ankara’nın Afganistan yaklaşımı: Sakin ve rasyonel bir politika ile ilerlemek
Teolojiden ideolojiye, cihattan teröre
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’