|
Tanrılar oyunu...
Y
ine bildik bir tartışma: Bir dizi çekiliyor. Senaryoda bir imam rolü var. Burada çizilen imam portresi rahatsızlık yaratıyor. İşin ucu Diyânet’e kadar uzuyor. Başkanlık diziyi protesto ediyor. Daha önce vermiş olduğu desteği çekiyor. Çekimlere mekân olan camileri ekiplere kapatıyor....

Bu tarz tepkilerin pek çok örneğini yaşadık. Meselâ Ferzan Özpetek’in Hamam filmi, “Bizim hamamlarımızda böyle şeyler asla ve kat’a olmaz” diyen Hamamcılar Derneği'ni ayağa kaldırmıştı. Yine bir dizide canlandırılan kapıcı figürü, Kapıcılar Derneği'nin hışmına uğramıştı. Tabipler Odası, Baroların da sicilinde bu tarz çıkışların olduğunu hatırlıyorum. Bu “sivil” tepkiler meşrep farklılığı tanımıyor. Garip bir düzenlilik ve süreklilik gösteriyor.

Önce bu tepkileri anlamaya çalışalım. Meslek etik’i tepkilerin ana iddiasını oluşturuyor. Ama bu temellendirme hayli zayıf kalıyor. Çünkü meslek etik’i, o mesleği icrâ edenlerin kamusal sorumluluklarını yerine getirirken ortaya çıkan ve etik ilkelerle bağdaştırılması mümkün olmayan durumlar için anlamlıdır. Bu da bireysel pratikler için başvurulan ölçüleri akla getirir. Zâten bu işin tâkipçilerinden birisi de bizzat o meslek örgütüdür. Meşru, gerekli ve kamusal yarar sunan bir mesleğin toptan gözden düşmesi ve lânetlenmesi mümkün değildir. Meselâ sahtekâr doktorlar yüzünden doktorluk mesleğinin ne değeri, ne de onuru ortadan kalkar. İyi de, o zaman bu telâş ve tepkiler ne için ortaya çıkıyor?

Memleket insanlarının, her biri bir doktora tezinin konusu olacak kadar derin kompleksleri olduğunu düşünüyorum. Şeref ve haysiyet hassasiyetlerimizdeki tuhaflıklar; belki savrulmalar ya da aşırılaşmalar bunun göstergesidir. Pratik olarak bunun karşılığı ayıplanma korkusudur. Bu memleketin insanları bir onur olimpiyatı düzenlense, herhalde madalyaların kısm-ı azamını alırdı.

Bu, bir bakıma çok saygıdeğer bir durum. Ama madalyonun diğer tarafında ağır bir tablo görünüyor. Bu kadar onur kavgası herkesi yaralıyor. Hassâsiyet eşikleri daraldıkça incinme, yaralanma riski de katlanıyor. Bu riski bertarâf etmek için, yâni yaralanma riskini azaltmak için, bu duruma yol açabilecek her türlü potansiyel durumu da bertarâf etmek öncelik kazanıyor. Alınganlıklar bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. “Niye öyle baktı baktı?”, “Ne demek istedi?”, “Neyi îma etti?” gibi paranoya yüklü sorularla yaşayan o kadar çok insan var ki! Bu da günlük hayâtı ağırlaştırıyor. Tahammül azalıyor. Neredeyse herkes birbirine, potansiyel bir düşman olarak bakıyor.

Pratik olarak bunun biribirinden beslenen iki açılımı olduğunu düşünüyorum. İlki olumlayıcı ifâdelerin ve sunumların tek tipleşerek baskınlaşması ve bunun dışında kalan ifâdelerin bastırılmasıdır. Olumlayıcı baskın ifâde ve sunumlar katılaştıkça insanlık durumlarının üzerinde başka bir sahne kurar. İkinci açılım budur. Mükemmellik, katı bir ciddiyetle oynanacak olan yeni oyunun adıdır.

Bu yeni dramaturjik yapıda sahnelenen oyun, kaçınılmaz olarak insanal imkânların sınırlarına çıkar. Daha berrak ifâde edelim; buradaki her rol aslında bilerek ya da bilmeyerek Tanrı(lar)dan çalınmış bir roldür. Çünkü mükemmel olan aynı zamanda dokunulmazdır. Bu dokunulmazlığı ihlâl eden kim olursa olsun Tanrıların gazabına uğrayacaktır. Çünkü Tanrıların onuru ile oynanmaz.

Yaşadığımız göreli kalkınma başarısı, bu memlekette ezik (loser) insanların sayısını hayli azalttı. Ama kalkınma her zaman, insan kişiliklerine çok yakıştığını düşündüğüm kıvamlı, sindirilmiş bir özgüven doğurmuyor. Bu hakikâten de, insanlık durumlarıyla yüzleşmeyi bilen insanların işi. Belki de onyılların onur kırıcı ezikliğinden bir çırpıda dengeli bir özgüven duygusunun türemesini beklemek aşırı bir beklenti olacaktır. Şimdilik görülen, özellikle de yeni orta sınıf yaşayışlarda zuhûr eden başka bir kültürel durumdur: Eziklik, dokunulmazlık elde etme ve meydan okumayla yer değiştiriyor. Ego şişmeleri olarak adlandırılan olgular aslında, herkesin çok akıllı, çok başarılı, lider olduğu, herşeyi bizâtihî hakkettiğine koşullandığı bir “Tanrılar Oyunu”ndaki rol çalmalarla ilgili. Burnundan kıl aldırmayan, devleti temsil ederken devlet olan bürokrat ve siyâsetçiler, İlâhî hakikâti sanki kendi hakikâtiymişçesine ağzı köpürerek savunan teologlar, teorik saplantılarına ebedî hakikât gibi bakan, onu dile getirirken ebedi bir varlık gibi konuşan akademikler, TV programlarında kendilerine göre her türlü “sapkınlık” ile mücadele halindeki ıvır zıvır kutuplar işte bu durumu anlatıyor. Onların “onurlarıyla” oynamaya gelmez. Çok kızarlar... Kimsenin kendisine toz kondurmadığı bu tuhaf memlekette ortalığın toz ve duman olmasını başka nasıl açıklayabiliriz ki...

#Tanrılar
#oyunu...
#Yine
٪d سنوات قبل
Tanrılar oyunu...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi