Coğrafyayı önce çarpık ideolojilerle donanmış parti-devletlere teslim ettiler. İki kutuplu dünyâda, petrol gelirleri ve Sovyetlerin desteği ile şımaran bu iktidârlarla uzun seneler boyu, itişe kakışa işgördüler. Coğrafyanın kuzeyinde Türkiye-İran ve Pakistan ile anılan daha yandaş yönetimlerin koalisyonu ile “Yeşil Kuşak” olarak adlandırılan bir hat çektiler.
Önce Baas rejimlerinden Mısır’ı dönüştürüp yandaş kıldılar. Yeşil kuşak İran Devrimi ile tasfiye oldu. Ardından önemi artan Türkiye’de “kendi çocuklarına” darbe yaptırdılar. Lübnan’ı kanlı bir iç savaşa soktular. Coğrafyanın, Nâsır efsânesinden sonra şişirilmiş kanlı iktidârı Irak Baas’ı ile İran’ı senelerce süren nâfile bir savaşa mahkûm ettiler. Libya’yı vurdular ve megolaman Kaddafi’nin burnunu sürttüler. Bu arada Sovyetler çöktü. Coğrafya boşluğa düştü. Nâsır’ın veliahtı rolüne soyunan Saddam’ın egosunu şişirip Kuveyt’e sürdüler. Ardından onu çökerttiler. Amaç Irak’ı kurtarmak; medenî dünyâya katmaktı.. Kan durmadı ; çeyrek yüzyıldır maşallah halâ kurtarıyorlar.
Şaşırtıcı olan husus, bütün bu müdahalelerle İran’ın bölgesel etkisinin artışı arasındaki bağdır. İran’ın zâten Nusayrî iktidârındaki Sûriye’de ve Hizbullah aracılığıyla Lübnan’da varlık gösterdiğini biliyoruz. O zaman sormak lâzım gelir: Çökmüş post-Saddam bir Irak’da, İran’ın , özellikle de Basra temelinde yeni bir mevzi ele geçirmesini nasıl açıklayabiliriz? Bunun tesâdüf olmadığını düşünüyorum. Yapılmak istenen çok net bir şekilde coğrafyayı sonu gelmez bir mezhep savaşının içine çekmektir. Bunun için, İran’ın bölgedeki nüfûzunu arttırması “olmazsa olmaz” bir koşuldur. İran yanlısı Şiî Mâlikî rejiminin memleketin orta kuşağında yoğunlaşan Sünnî nüfûsa, intikamcı hislerle zulûm uygulamasına göz yumulması bu yüzdendi. İsrail’in şâhin yönetiminin bütün karşı çıkışlarına rağmen; hattâ geleneksel İsrail-A.B.D dostluğunu örselemeyi göze alarak süreç işliyor. İran-A.B.D yumuşaması başladı. İran’ın nükleer programı, İsrail şâhinlerini çileden çıkarsa da devâm ediyor. Uluslararası siyâset çok tuhaf; en derin işbirliği en düşman aktörler arasında sağlanabiliyor. İran dışişleri işin ne kadar farkında bilemem, ama bu durum İran’ın elini rahatlatan, hatta ona büyük avantajlar sağlıyor gözükse de, son tahlilde İran’ın anti-İsrail siyâsetlerini etkinsizleştiriyor. İran’ın coğrafyada artık yeni bir düşmanları var. İran, vargücüyle, İsrail’in adını ağzına almayan IŞİD’e karşı savaşıyor. Gazası mübârek olsun….Şâhin İsrail bunu belki görüp görmezlikten geliyor; belki de görmüyor. Ama derin İsrail’in gördüğünden eminim.
İhvân demokratizminin ezilmesinden sonra sürecin ikinci ve en çarpıcı ayağına geçildi. IŞİD canavarı gökten zembille indirildi. Irak’daki Sünnî coğrafyaya monte edildi . Bununla kalmadı,
Sûriye içlerine girdi. IŞİD iki tarafı keskin bir bıçak gibi. Ne Sünnî dinliyor, ne de Şiî. Bu çok işlevli bıçakla yapılmayacak iş yok gibi. İsterseniz Sünnîlere vurabilirsiniz, isterseniz Şiîlere. Ama IŞİD’in küresel kamuoyundaki algılamasının Sünnî İslam olduğu çok açık. Diğer taraftan örgütün militan devşirme kaynaklarının bizzat Batı olması, kamuoylarındaki İslam düşmanlığını diri tutmak için müthiş bir fırsat ve imkan sağlıyor.
Hâsılı işleyen süreçte ortak payda tarafları görece etkinsizleştirerek birbirine kırdırmaktan başka bir şey yok. Ağır kayıplara uğradığımız âşikâr, ama Türkiye bu kirli senaryodan ancak ulusal birliğinin içine Kürtleri de katarak çıkabilir. Kürtlerin de bu birlik içinde yer almaktan başka bir şansı yok. Erbil’in Ankara’ya yakınlaşması da aynı rasyonel içinde değerlendirilmeli. Değilse, Kürtlerin bu coğrafyada kendilerini eş anlı olarak hem Şiî, hem de IŞİD tehlikesi ile kuşatılmış bulmaları işten bile değil. Eğer maazallah bu olursa, Esad’ı ziyârete giden ve ona övgüler düzen siyâsal sorumsuzluğun gönlünde yatan , Türkiye’yi Mısırlılaştırma projesinin hayâta geçirilmesi de kuvvetle muhtemel olabilecektir. Aman dikkât….