|
Yine orta sınıflar…
Geleneksel dünyâda siyâsetin “öznesi” ve “nesnesi” arasında kesin bir ayırım mevcûttu. Siyâset teb'asını, hikmet-i hükûmet (Raison D'etat) ilkesi üzerinden yönetiyor, teb'a ise onun kararlarına uymakla mükellef kılınıyordu. Roma'da patriçi-pleb; Osmanlı'da ise Havass-Avam arasındaki farklılaştırmayı buna misâl olarak verebiliriz.

Modern dünyânın en ayırdedici niteliklerinden birisi de, siyâsal katılım üzerinden resmi değiştirdi. Siyâset sınıfı, artık siyâsal toplum, ya da ulus olarak tanımlanan yönetilenlere karşı sorumlu kılındı. Bu ilişkinin postüla düzeyindeki temellendirilmesini ise burjuva kamusallığı olarak bilinen orta sınıf entelektüeller yaptılar. Önce kendilerini; yâni burjuvaları tanınır kılıp siyâsetin öznesi hâline getirdiler. İşçi sınıfının bu kervâna dâhil olmasını da, aynı ilkenin yeni bir yorumu sağladı.

Burjuva entelektüalizmi son derecede mühim bir etkiye sâhiptir. Modern dünyâyı bizlere algılatan onların zihinsel ürünleridir. Modern dünyâ içindeki konumlarımızı, mukadderatımızı onların çizdiği resimlerden; anlattıkları hikâyelerden kavramaktayız. Edebiyatçılar, sanatçılar, denemeci ve düşünürler, filozoflar; cümlesi bize bu dünyânın hikâyesini anlatıyorlar. Bizler de onları okuyarak kişisel hikâyelerimizi anlamlandırmaya ve buradan hareketle nasıl bir hayât sürmemiz gerektiğine hükmediyoruz.

Siyâset sınıfları, modern dünyâda orta sınıflardan çok ürkmüş; onları yatıştıran ve tatmin eden siyâsetler üretmeye çalışmıştır. Bunun muhtelif açılımları mevcuttur. Burjuva siyâsal radikalizmini yatıştırmak, siyâset sınıfının; ya da daha genel karşılığı ile siyâsal iktidârların birinci derecede mühim bulduğu bir husustur. Târihsel olarak bakıldığında, bu meseleyi büyük ölçüde başarmış olduklarını söyleyebiliriz. İlk olarak burjuva radikalizminin en tipik çıktısı olan siyâsal devrimciliğin büyük ölçüde bastırıldığını söyleyebiliriz. Bu bastırma süreci, sanılabileceği gibi şiddet kullanarak bastırma değildir. Belki başlarda bu da denendi. Ama zaman içinde bundan vazgeçildi. Daha ince bir yolu “ehlileştirme”yi tercih ettiler. II.Genel Savaş sonrası, uygulanan Keynesyen siyâsetlerle konformist bir orta sınıf yaratmayı başardılar. Orta sınıf gençlik, tıpkı 1968'de olduğu gibi bu evcilleşmeye îtirâz etti. Ama onların enerjisi, enerjileri söndürülmüş babalarının desteğini almadığı için parlayıp söndü. Zâten orta yaşlarına doğru hemen hepsi; gönüllü, gönülsüz, bu “ehlileştirme” sürecine dâhil oldular.

Burjuva radikalizmini bastırıp, burjuva konformizmini baskın kılan bu evcilleştirme sınırlı bir pratik olarak kalmadı. Daha da ileri gidilerek orta sınıflaşmayı anaakım sosyolojinin ideali olarak emek dünyasına doğru yaygınlaştırdılar. Bu, yukarısı ve aşağısı dar; ama ortası şişkin sosyoloji diyagramlarında yatışmış bir uygar toplum idealini simgeledi.

Post-Keynesyen dünyâ, kapitalist dünyânın üçüncü dalgasını anlatıyor. Siyâsal iktidârın konformist süreçlerden geçirmek suretiyle, siyâsetin yeniden nesnesi kıldığı burjuva dünyâ, bu evrede elverişli tüketim imkânları ile donatılarak yeniden üretiliyor. Artık sınıfsal târihi bizzât bir orta sınıf çoğullaşması içinde izleyebiliyoruz. Bu dünyâda artık herkes, en azından zihnen ve ruhen orta sınıftır. Sürecin kültürel katmanları o kadar zengin ki, burjuva radikalizmi bile bu ileri evrede en sulandırılmış formlarıyla kendisine yer bulmuş oluyor. (Radikal iddianın ne kadar sönümlenmiş olduğunu, günümüz orta sınıf söylemindeki sulu “Aşk-Devrim” ilişkilendirmesinde izlemek mümkündür).

Belki de târihsel olarak sarsıcı olabilecek entelektüel enerjisini büyük ölçüde kaybetmiş olan burjuva dünyânın yegâne kültürel sermâyesi, sıvı ve gaz formlarda dolaşıyor. Akışkan ve uçucu. Ama hayli oyalayıcı. Hepsi bu. İçevurumcu konformizm aşıldı. Orta sınıf kültür, daha öncesinde olmadığı kadar dışavurumcu ve meydan okuyucu. Bu pratikler yeni orta sınıf nesillerde bir “özgürleşme” hissî doğuruyor. Ama bu sâdece bir his. Ve bu dünyâda her şey artık çok hissî. Hislerin denetimi, yönlendirilmesi, siyâsal iktidâr öznelerinin yeni mühendislik hünerlerinin okkalandığı bir alan olarak tezâhür ediyor.

Türkiye'de orta sınıflar hiçbir zaman ka'le alınabilir bir öznelik iddiası üretemedi. Başından beri nesne olmayı kabûllendiler. Yerleşik nizamlarda dâima bir gözdelik olma hâlini kolladılar. Îtirazları himâye edilme konusundaki şüphelerden kaynaklanır. (İnanmayan Nâzım Hikmet'in Mustafa Kemal'e yazdığı mektubu okusun). En büyük atakları sosyal-demokrat olmak oldu. Aşağıdakileri ve dışarıdakileri kendi hamhayâl dünyâlarında, istedikleri gibi yoğurabilecekleri bir hamur olarak gördüler. “Onlar” hakkında çarpık imgeler ürettiler. Ve “onlar”, merkeze geldiklerinde; imgeleri ile gerçekler tutmadığı için isyân ettiler. Hamur algısı kolayca çamur algısına dönüştü. Zahmet edip imgelerini gözden geçirmeye yanaşmadılar. Orta sınıflaşmanın demokratikleşmesine ve çoğullaşmasına îtiraz ettiler.

Türkiye'nin hâkim siyâsal yatırımlar orta sınıf standartların ekseninde yoğunlaşıyor. Tartışılan orta sınıf standartlar arasında hangi tarzın baskın olacağı. Bu da ne kadar ideolojikleştirilmek istenirse istensin; öyle değil. İnsanlar siyâseti düşünmüyor; hislerine yatırıyor. Siyâsette ne düşündüğümüzden daha çok; orada orta sınıf hülyâlar üzerinden ne hissettiğimiz daha baskın. Bu seçimlerin, “Erdoğan karizması” ile “Erdoğan nefreti” arasında yaşanması da bunun ispâtı değil mi?
#Burjuva entelektüalizmi
#modern dünya
#Post-Keynesyen
9 yıl önce
Yine orta sınıflar…
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı