|
Yüksek siyâset ve Türkiye

Modern dünyâda siyâsetin toplumsal bir boyutu olduğunu biliyoruz. Bu herşeyden önce, siyâsetin kadim dünyâda olduğu gibi devletlilere bırakılmadığı anlamına gelmektedir. Bunun da temelde çok basit iki açılımı olduğunu öngörebiliriz: Siyâset meşruluğunu toplumsaldan alacak ve toplumsal tercihlere dayalı olarak iktidâr el değiştirecektir.

Bahsedilen gelişme siyâsal kültürde de çok önemli bazı değişimler yaratmıştır. Toplumlu siyâset, her yerde şu ya da bu derecede çeşitli türleriyle popülizmlerin de neşv-ü nemâ bulmasına yol açabilmektedir. Halktan kopuk bir siyâsal aklın toplumsal dinamiklere yabancılaşmasının ne çeşit sonuçlar doğurduğu bilinir. Ama bundan daha az bilinen, ama en az onun kadar önemli olan, halk için siyâset yapmanın siyâsal akıl üzerinde yaratacağı tahribatlardır.

Popülizm pek çok otoritenin de işâret ettiği üzere bir siyâsal sapma, hatta hastalık olarak değerlendirilir. Siyâsal popülizm, ileri Batı demokrasilerinin bir zamanlar yaşadığı, ama atlattığı; lâkin demokrasisini kurumsallaştıramayan “Üçüncü Dünyâ” ülkelerinde kronik hâle gelmiş bir sapma olarak sunulur. Demokrasinin kurumsallaşmasından anlaşılan, nitelikli siyâsal önder ve kadroların merkezde kalabildiği bir demokrasidir.

Gelin görün ki, yakın zamanlardan başlayarak, demokratik kurumsallaşmada en yüksek standartları temsil ettiğine inanılan Avrupa siyâsetinde de bunun en dramatik örüntülerinden birisine şâhit olduğumuzu söyleyebilirim. Bugün Avrupa’da siyâsal kültürün hızla popülizme kaydığı çok net gözüküyor. Son devir siyâsal figürleri; Sarkozy’si, Berlusconi’si, hatta Merkel’i ile birlikte bunu ispatlıyor zâten. Artık Avrupa’da filozof tabiatlı bir Mitterand’ı, bir Olaf Palme’yi ya da Willy Brandt’ı boş yere ararız. Çeşitli yazılarda nedenleri üzerinde durduuğum bu temâyül daha da devam edecek gözüküyor.
Türkiye’de de popülizmin ilginç bir târihi olduğu düşünülebilir. Yalnız bizim popülizmimiz, merkez-sağ ve merkez-sol ayrışmada , ilki “yasal-sağ”, diğeri de “yasal-sol” popülizm olarak işledi. Buradaki yasallık kelimesi, aslında devletçiliği vurgulamaktadır. Bu da yasal popülizmlerin, vesâyetçi niteliğini temellendirmektedir. Şöyle de açabiliriz: Türkiye çok partili hayâta geçtikten sonra; bir önceki, yâni tek-partili dönemin katıksız vesâyetçiliği bir dereceye kadar yumuşadı ve popülist siyâsetlerle gizlendi.

Yasal popülizmin yarattığı en mühim tahribat, bir zamanlar siyâsal elit devşirme işini dünyâda en başarılı şekilde yapabilen bir geleneğin kırılması ve son derecede vasıfsız bir siyâset esnafının doğmasıdır.

2000’li yıllarda AK Parti iktidârı, etkili bir yerel ve genel siyâset üzerinden büyük bir kütlenin oylarını alarak çevreyi siyâsetin merkezine taşıdı. Bu dinamik yasal sağ ve yasal sol popülizmleri boşluğa düşürdü ve çözdü. Onyıllar boyu kayıkçı kavgası yapmış , popülist söylemlerle insanları oyalamış olan AP ve CHP’nin siyâset esnafı olan kadroları, ortak tehlike algısı üzerinden, üzerlerindeki popülist makyajları temizleyerek, vesâyetçi özlerine döndü. Artık bu kadrolar arasında büyük ve garip bir ittifak görülüyor.

AK Parti’nin de aslında iktidâra yürüyüş sürecinde hayli popülist bir söylem kullanmış olduğunu söyleyebiliriz.. Ama bu popülizmin yasal, yâni vesâyeti gizleyen değil, sorgulayan bir niteliği mevcuttu. Bahsedilen dinamik, Türkiye’yi bireysel temelde hak ve özgürlükleri derinleştirecek olan bir açılıma kavuşturulabilirdi. Bu da vasıflı siyâsal kadrolarını devşirmesini bilerek demokrasisini pekiştirmeyi başarmamızı sağlayabilirdi. Ama süreç burada, özellikle de 2010’dan sonra sakatlandı. Demokratikleşmeyi bireylerden yana açan her girişim, vesâyetçiliğin rövanşist fırsatçılığına dönük olarak kullanıldı. Gezi olaylarıyla birlikte AK Parti, gerek Türkiye gerek dünyâ kamuoyunda bireysel özgürlüklerin düşmanı olarak gösterilmeye başladı. Bu gelişme, AK Parti’yi savunma konumuna getirdi. Söylemine kendi kitlesini pekiştirecek popülist bir ton egemen olmaya başladı. Kutuplaşma olarak şikâyet edilen durumun arkasında söylediklerimiz yatıyor.

Önümüzdeki dönem, yâni 2015 seçim sonrasında neler olacak? Doğrusu ben, eğer beklendiği gibi hatırı sayılır bir seçim başarısı sağlarsa AK Parti’nin üzerinden popülist siyâset yapma baskısının kalkacağını düşünüyorum. Yeni yapılanmanın, esnaflardan arındırılmış, yeni bir kadronun işi olacağı çok âşikâr. Eğer hayâta geçerse Davutoğlu döneminin, Avrupa’da bile baskınlaşan popülist rüzgara kapıların kapatılacağı bir dönem olmasını umuyorum. Bunun yansımalarını muhalefet cephesinden beklemek gerekir. Yeni dönem daha özgüvenli ve daha nitelikli olan kadrolarla, popülizmin yerini yüksek siyâsetlerin alacağı bir dönem olarak anılmayı hakediyor.

#popülizm
#siyaset
#türkiye
#süleyman seyfi öğünün yazıları
9 yıl önce
Yüksek siyâset ve Türkiye
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi