|
Bestekârını arayan şiir
Son zamanlarda, maalesef câhil dinleyici tarafından abartılan, şımartılan, kısa yoldan şan ve şöhrete ulaşan, kendi ismini yükseltmek isteyen ve kendini bestekâr zanneden herkes, büyük şâirlerimizin şiirlerinin kanatlarına biniyor, bu şiirlere beste yapıyor ve bu yolla ustalık gösterisi yapıp isimlerini geleceğe bırakmak istiyorlar. Türk mûsikîsinin nazariyatı adeta yemek tarifi gibidir, bir nazariyat kitabına bakıp veya makamları ezberleyip beste yapmak kolay ve mümkündür. Ama yapılan beste ne kadar usta işidir, hem makamın hem de şiirin hakkını ne ölçüde verebilmiştir, orası ayrı bir konudur.

Dede Efendi Yenikapı Mevlevîhânesî'nde olgunlaştıktan ve bestekârlıkta da bir hayli mesafe katettikten sonra çevresindekiler kendisine Şeyh Gâlib'in şiirlerine neden beste yapmadığını sormuşlar ve hatta bazı şiirlerini bestelemesi için ısrar dahî etmişler. Düşünün, bir tarafta Şeyh Gâlib gibi kelâmın efendisi bir umman, diğer tarafta da Dede Efendi gibi nağmelerin efendisi bir başka ummân. Gerçi gençliğinde, biraz da gençliğinin verdiği “câhil cesareti” ile olsa gerek, Şeyh Gâlib'in “Yine zevrâk-ı derûnum kırılıb kenâre düşdü / Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düşdü” şiirini Mâhur makamında ve Yürük Semâî usûlünde bestelemiştir. (Bunu daha sonraki yıllarda kendisi bir gençlik hatası olarak kabul etmiş ve pişmanlık duymuştur). Ancak Dede Efendi, Şeyh Gâlib'in şiirlerine beste yapması konusundaki ısrarlar karşısında “Şeyh Gâlib gibi bir üstâdın şiirlerini bestelemek benim haddimi aşar, bundan utanırım” diyerek son noktayı koymuştur. Dikkatinizi çekmek istiyorum, bunu söyleyen Dede Efendi'dir… Yahya Kemal'in “Bu mûsikîyi o, son kudretiyle parlattı / Ölünce, ülkede muhteşem bir güneş battı” diye andığı Dede Efendi.

Dede Efendi-Şeyh Gâlib örneği bir yana, mûsikî tarihimizde büyük bestekârlar ile büyük şâirlerin buluşmalarına rastlarız. Burada zikretmeye değer bulduğum en önemlileri de Hâfız ile Itrî, Yahya Kemal ile Münir Nureddin buluşmalarıdır. Büyük şâir Hâfız'ın 1388 yılında vefat ettiği yazılıdır. “Gülbin-i ı›yş mîdemed, sâki-i gül'izâr kû” şeklinde başlayan gazelini Nevâ makamında ve Kâr formunda bestelemek, kendinden aşağı-yukarı üçyüz yıl sonra yaşayan büyük bestekâr Itrî›ye nasîb olmuştur. Bu gazel, sanki Itrî gibi bir bestekârı beklemiştir. Lâkin bu şiir ile Itrî'nin bestekârlıktaki muazzam ustalığının birleşmesiyle adeta bir medeniyeti ifade eden gerçek bir “eser” ortaya çıkmıştır. Tanpınar der ki; “Itrî'nin Nevâ Kâr'ı ile Dede'nin Ferahfezâ âyini, eşyanın yerli yerine oturduğu bir medeniyeti ifade etmektedir”. İşte şâir ile bestekârın buluşması böyle olmalıdır. Yahya Kemal her ne kadar Münir Nureddin'i ardısıra çekiştirse ve “benim şiirime bindi, kendi kanatlarıyla uçtuğunu sanıyor” gibi sözler sarfetse de, onun şiirinin Münir Nureddin kadar hakkını veren bir bestekâr daha çıkmış mıdır ? Kısaca söylemek gerekirse, büyük şâirin yazdığı şiirin hakkını ancak büyük bestekâr verebilir. İşte günümüzde “bestekâr oldum” diye ortaya atılıp Fuzûlî gibi, Şeyh Gâlib gibi… hatta şiirine beste yapmanın zaten her bestekârın harcı olmadığını bildiğimiz Mehmet Akif gibi, Necip Fâzıl gibi şâirlerin şiirlerine beste yapmaya kalkmak, biraz had-hudud bilmemekle izah edilebilir.

Ayrıca, ille her şâirin şiirini bestelemek şart mıdır ? Şiiri öylece “şiir” olarak bırakmak bazen daha iyi olmaz mı ? Bazı şâirler vardır şiirini arar, bazı şiirler vardır, Itrî gibi bir bestekârı bekler. Bu buluşmaları, içine ticârî ve geleceğe kalma kaygısı sızmış olan ve bence pek de iyi niyetli olmayan zorlama buluşmalar olmaktan çıkarıp, Hâfız ile Itrî'nin buluşması gibi tabii ve ilâhî buluşmaların gerçekleşmesine zemin hazırlasak da, Necil Kâzım Akses'in ifadesiyle; “notaları buruşturup katladığınızda bile müthiş bir kontrpuanla karşılaşırsınız” diye övdüğü, Tanpınar'ın ifadesiyle “eşyanın yerli yerine oturduğu bir medeniyeti” simgeleyen “Nevâ Kâr” gibi eserler ortaya çıksa fena mı olur ? Zaten istediğimiz ve özlediğimiz bu değil midir ? Her önüne gelen, her kendini bestekâr sanan, her ortalığı boş bulana fırsat vermesek ve hakikî sanatçıların yetişmesine zemin hazırlasak, ortalığı saran bu müthiş pazarlamacılıktan çekinip bir köşeye çekilen gerçek kabiliyetlerin de kendilerini sunacakları ortamlar hazırlasak fena mı olur ? Kültürümüze karşı böyle bir sorumluluğumuz, vazifemiz olduğunu unutuyor muyuz ?
#bestekâr
#şair
#Dede Efendi
9 yıl önce
Bestekârını arayan şiir
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü