|
Mûsikîmiz yüz ağartıcı bir mûsikîdir

Cumhuriyetin kurucusu ve mûsikî devriminin gerçekleştiricisi Mustafa Kemal, müziğin öneminin elbette farkındaydı ve en zor devrimin müzik devrimi olduğunu, çünkü müzik devriminin kişiye önce kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir âleme yönelmeyi gerektirdiğini ve bu zorluğuna rağmen müzik devriminin mutlaka yapılacağını kendisi söylemişti. 1 Kasım 1934’teki Meclis açılış konuşmasında müzik devriminin nasıl yapılacağını ve neden gerekli olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, mûsikîde değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün acuna dinletmeye yeltenilen mûsikî bizim değildir. Onun için yüz ağartıcı değerde olmaktan çok uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son mûsikî kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu yolda Türk ulusal mûsikîsi yükselebilir, evrensel mûsikîde yerini alabilir.” Mustafa Kemal’in bu yaklaşımı, özellikle müzik devriminin kişiye kendi iç dünyasını unutturduğunu ve yeni bir âleme yönelmeyi gerektirdiğini söylemesi, bana Platon’un “Sitenin müziğini değiştirirseniz duvarları yıkılır” sözünü hatırlattı. Bu bir yana, M. Kemal’in bu yaklaşımı ve sözleri, yüzlerce yılda var olmuş ve tamamen bize ait olan mûsikîmizin hangi gerekçelerle yasaklandığını ve eğitim sistemine dahil edilmediğini ortaya koymaktadır. Ayrıca bize ait olduğu kesin olan bu mûsikî, Avrupa’nın Mozart başta pekçok büyük müzisyenini etkileyebilmişse, yüz ağartıcı değerdedir. Mûsikîmiz hakkında paşa hazretlerine bu bilgiyi kim verdiyse yanlış vermiştir. Bu bilgiyi veren(ler), bu mûsikînin Anadolu’ya Fârâbî sâyesinde Rumlar’dan geçtiğini söylemektedirler, oysa Fârâbî, Kitâbu’l-Mûsikî el-Kebîr adlı kitabına giriş mahiyetindeki “el-Medhâl” adlı eserinde bu itham ve iftiraya on yüzyıl öncesinden “Ben Rumdan sadece bir miktar mûsikî nazariyatı tercüme ettim, nağme adına bir şey bulamadım” diyerek cevap vermiştir. Demek ki burada suç Fârâbî’ye yüklenerek iftirâ atılmış ve müzik devrimine bir kılıf uydurulmaya çalışılmıştır.

Bu tartışma bir yana, kulağa hoş gelen “mûsikîde yenileşme”yi, kendi mûsikîmizin içinde bir yenileşme yerine, halkın ve en azından müzikçilerin görüşünü almadan onu tamamen kaldırıp yasaklayarak ve batı müziğini zorunlu hâle getirerek gerçekleştirmesi sadece “dayatma” olarak izah edilebilir. O bakımdan, bu bir mûsikî inkılâbı değil, mûsikî devrimidir. Çünkü inkılâb, yıkıcılık, yasaklayıcılık değil, kendi içinde yenileşme ve gelişmenin yollarını açmak demektir. Ortalama bin yılda ortaya çıkmış olan köklü ve kendinize ait bir kültürü budayıp yıkmak, devirmek, yasaklamak ve onun yerine yabancısı olduğunuz bir kültürü dayatmak başka bir şeydir ki işte buna”devirmek”ten türetilmiş “devrim” tâbirini kullanmak daha doğru olur, o kültürün yenilenmesi gereken yanlarını görüp bu yenileme işini konunun uzmanlarına bırakarak yapmak başka bir şeydir, işte bunun adına da “inkılâb” denir. Yapılan şey inkılâb değil, yıkıcı, yasaklayıcı bir “devrim”dir ve üstelik halkın idaresi demek olan cumhuriyet rejiminde, halkın görüşleri alınmadan, tek kişinin verdiği kararla gerçekleştirilmiştir. Bu tür uygulamalar, halkın idaresi demek olan cumhuriyet ilkeleriyle çelişmektedir ve “cumhuriyet” rejimine değil totaliter ve otoriter rejimlere yakışmaktadır. Mustafa Kemal’in, o günlerin önemli tarihçilerinden Emil Ludwig ile yaptığı konuşmada, Ludwig’in; Batı’nın müzikte tek seslilikten çok sesliliğe ancak dörtyüz yılda geçtiğini söylemesi üzerine “bizim o kadar beklemeye vaktimiz yok” diye cevap vermesi müzik konusundaki bilgisinin pek yeterli olmadığını (ya da kendisine göre bir sebeb ortaya koyduğunu), yanlışlığını ve bir toplumun kendine ait müziğin yüzlerce yılda oluştuğunu pek hesaba katmadığını da gösteriyor. Halbuki başka kaynaklarda ince bir Türk mûsikîsi zevkine sâhib olduğunu, dinlediği eserlere ve sanatçılarla kurduğu dialoglara bakarak söylemek mümkün iken, böyle sözler sarfetmiş olması aslında derin bir çelişkili durumu da ortaya koymaktadır.

Mûsikîmizin bugün geldiği nokta ve yetiştirdiği hânende ve sâzendelerin ortaya koydukları çalışmalar ve dünyanın en önemli konser salonlarında dolu salonlara verdikleri konserlerle “acuna dinlettikleri” mûsikî bizim mûsikîmizdir ve bu konserlere gösterilen aşırı ilgi mûsikîmizin yüz ağartıcı ve yerel değil evrensel bir mûsikî olduğunu ortaya koymaktadır. Ne tuhaftır ki biz batıya yönelelim derken batı da arayışlarını bize doğru yöneltmiş durumdaydı. Buna başta Leningrad Okulu ve daha sonra da Alois Haba gibi bestecilerin tampere sistemle yetinmeyip mikro tonlara (yani bizim koma seslere) yönelmesini örnek göstermek mümkündür. Kim ne derse desin Osmanlı mûsikîsi, çevre kültür ve medeniyetlerden beslenmiş ve komplekssiz bir medeniyet olan Osmanlı medeniyetinin mûsikîsidir. Osmanlı medeniyeti, yüz ağartıcı bir medeniyettir, onun mûsikîsi de yüz ağartıcı bir mûsikîdir.

#cumhuriyet
#musiki
#müzik
#osmanlı
#medeniyet
9 yıl önce
Mûsikîmiz yüz ağartıcı bir mûsikîdir
Türkiye’nin doğu bölgelerinin sınırları, etnik kimlikler üzerinden çizilmek isteniyor adeta
Kara dinlilerle milletin savaşı
Biz, Balkanlar"ı ve Kafkasya"yı ne zaman kaybettik?
Terör
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…