|
Mekke olmadan Medine kurulamaz ve Medeniyet’e varılamaz

Çağını kur/a/mayan bir çağrı’nın varlığından, yaşayabildiğinden ve varlığını sürdürebildiğinden sözedilebilir mi? Hele de yaşatabildiğinden, hayat bulabildiğinden, hayat olabildiğinden ve hayat sunabildiğinden peki?

Burada sorduğum soru, hayatî bir soru. Ama bu soru’nun da, bu soru’nun dikkat çektiği yakıcı sorun’un da farkında değiliz henüz.

ÇAĞ’INI KURMAYAN ÇAĞRI’NIN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ AĞ

Farkında değiliz, çünkü burada değiliz; bugün, burada değil. Dün, buradaydı, çünkü biz burada’ydık; dün, burada hayat bulabilmiş ve hayatımız olabilmişti; dolayısıyla herkese hayat sunabiliyordu. Ama bugün, burada değil.

Burada değil; çünkü çağrı’mız ne hayat bulabilmiş, ne hayatımız olabilmiş, ne de hayat sunabilecek durumda. İyi de neden?

Şundan: Burada, adeta demir kafes’e hapsedilmiş vaziyetteyiz; bura’nın mahkûmlarını oynuyoruz; ama bununsa hiç farkında değiliz.

BİLDİĞİMİZ DEMİR KAFESLERE BENZEMİYOR!

Görünüşte buradayız, burada yaşıyoruz, burada nefes alıp veriyoruz. Ama gerçekte, çağrı’mızın çağ’ının sunduğu havayı solumuyoruz. Bir çağımız yok çünkü.

Çağrı’mız var diyoruz ama çağrımızın burada, bu dünyaya, bugüne hükmeden, şeklini veren çağ’ın ağlarının ve bağlarının içine, demir kafes’ine düştüğünü, hapsolduğunu, yutulduğunu göremiyoruz bile.

Dolayısıyla, demir kafes, aslında bizim yersiz-yurtsuz olduğumuzu, evsiz olduğumuzu, bizim yaptığımız, yaşadığımız, nefes alıp verebildiğimiz bir yerimizin ve hayatımızın olmadığını gösteriyor bize.

Paradoksal ve ürpertici nokta şu burada: Bütün dünya, bütün insanlık, tek bir çağ’ın çağrı’sının ağlarına hapsolmuş durumda. Tek bir çağ var artık: Ve tek bir çağrı. Bizi, bütün çağları, bütün çağrıları ağlarının içine alan, ağlarının içinde yutan ve uyutan, öğüten ve tüketen devâsâ bir ağ’a dönüşen bir demir kafes bu.

Ama bu demir kafes, bildiğimiz demir kafeslere benzemiyor: Ayartıcı, ironi yüklü, baştan çıkarıcı. Estetize yöntemlerle her şeyi tüketici, bütün’ü parçalayarak insanları atomların (yani ertelenemeyen arzuların, fetişlerin, bencilliklerin ayartarak yok edici) dünyasına hapseden bir postmodern zamanlar kafesi bu.

Duyma, düşünme, yaşama ve varolma biçimlerimizi körleştiren, iptal eden, algı kapılarımızı kapatan, -iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasındaki- mesafeyi ortadan kaldırarak bizi “pornografik algı/sızlık” biçimlerine mahkûm eden bir çağ körleşmesi ağı: Semantik intihar. İnsanın dilsizleşmesi, anlam’ın anlamsızlaşması, değerin değersizleşmesi ve insanlığın evsizleşmesi.

O hâlde, çağını kuramayan bir çağrı’nın varlığından ve bizi varedebildiğinden sözedebilmek mümkün mü?

Elbette ki, hayır.

Soru şu burada: İyi de, bir çağrı, ayartıcı demir kafesin ağlarını nasıl kırılabilir ve kendi çağını nasıl “kurabilir”?

İKİ TEMEL VAROLUŞ ALANI

Genelde bir din’in, bir düşünce sistemi’nin, bir medeniyetin, özelde ise, insanın hakikatle ve hayatla, hakikatin hayatıyla ve hayatın hakikatiyle ilişkisini sürgit sürdürmesini sağlayacak iki temel varoluş alanı vardır: Dikey eksen ve yatay eksen. İç dünya ve dış dünya. Bâtın ve zâhir. Öz ve kabuk. Hakikat ve suret. Asıl ve usûl. Norm ve form. Etika ve estetika. “Dil” ve üstdil. Birinci alan aslî, ikinci alan ise nisbî’dir.

Aslî alan’ı oluşturan dikey eksen, iç dünya, bâtın, öz, hakikat, asıl, norm, etika ve “dil” insanın bu dünyada yaptığı / yapacağı yolculuğunun ne/reye olduğunu gösteren temeller veya hayat kaynaklarıdır. Kısaca tenzîhî / aşkın düzlem’dir. Dil’in ve idrakin, zihnin ve şahsiyetin inşa edildiği Mekke sürecidir.

“Nisbî” / beşerî alan’ı oluşturan yatay eksen, dış dünya, kabuk, usûl, form, estetika ve üstdil ise yolculuğun NASIL yapılacağını gösteren yöntemler veya hayatiyet kaynaklarıdır. Nisbî alan, aslî alan’a nisbatle, onunla kurduğu tenasüble varolur.

Kısaca nisbî alan, teşbîhî / içkin düzlemdir. Mekke’de inşa edilen çağrı’nın çağ’ını kurduğu Medine sürecidir.

Burada paradoksal gibi görünen hayatî mesele şu: Birinci / aslî alan, hakikat alanıdır. İkinci / nisbî alan ise, tecellî alanıdır: Hakikatin hayat bulması, hayat olması ve hayat sunması, ancak bu ikinci alanda ve ikinci alanla gerçekleşebilir.

Fakat, ikinci alan’ın varoluşa gelebilmesi, birinci alan’la dolaylı değil doğrudan ve dolayısıyla doğurgan bir irtibat kurabilmesiyle mukayyettir.

MEKKE + MEDİNE = MEDENİYET

Sözün özü: Mekke sürecinin çağrı’sı, Medine süreci’nde çağ’ına / yerine kavuşur. Medine’ye ulaşılmışsa medeniyete giden kapılar artık sonuna kadar açılacak demektir.

Ama Mekke süreci / çağrı olmadan Medine süreci / çağ gerçekleşemez, gerçeğe dönüşemez.

O yüzden şunu iyi bilelim, diyorum. Mekke sürecinde inşa edilen Müslüman zihne, dile, idrake ve şahsiyete kavuşmadan Medine sürecine / çağ’ımıza da, medeniyet sürecine de ulaşamayız.

twitter.com/yenisafawriter
#çağrı
#kafes
#çağ
9 yıl önce
Mekke olmadan Medine kurulamaz ve Medeniyet’e varılamaz
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset