Hz. Peygamber (sav)’in kendisinin (=”kişisel tarihi”nin) ve mesajının, bütün insanlık, özellikle de tarihlerinin en zorlu dönemlerinden birini yaşayan biz Müslümanlar için neler “söylediğini”, ne anlam ifade ettiğini anlamaya, kavramaya ve hayata geçirmeye her zamankinden daha çok ihtiyaç hissediyoruz.
Hz. Peygamber’i, bir insan ve bir peygamber olarak bütün veçheleriyle, bütün yapıp-ettikleriyle, yani “kişisel tarihi”yle bir bütün olarak anlamadan Kur’ân’ın söylemini de, sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa hitap eden İslam’ın mesajını ve vaadlerini de anlayabilmek ve idrak edebilmek mümkün değil.
İşte bu nokta, İslâm’ı, içi/özü boşaltılmış, başkalaştırılmış, aslî dinamikleri aşındırılmış diğer muharref dinlerden, dünya görüşlerinden ayıran; şartlar ne olursa olsun, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan bütün Müslümanlar’a dinamizm kazandıran, dinamizmlerini sürgit canlı kılan İslâm’ın en özgün, nev-i şahsına münhasır en hayatî noktalarından biridir.
Böylelikle, bura ile öte, fizik ile fizikötesi, “din” ile dünya arasında yaratıcı, imajinatif bir irtibat kurulduğu için, Müslüman, bir yandan kendisini, eşyayı, dünyayı tanrılaştırmaya, putlaştırmaya aslâ kalkışamıyor; öte yandan da bir Müslümanın doğayı, diğer insanları, diğer âlemleri ve kültürleri kontrol etmeye, kendi süflî çıkarları için kullanmaya veya tahrip etmeye ya da yok etmeye kalkışması imkânsızlaşıyor.
Bu teorik arkaplanın pratiğe nasıl aktarılabileceği konusunda ise Peygamberimiz'in “kişisel tarihi” bize örneklik teşkil ediyor.